Konuk Yazarlar 1-Gökhan Yalçın

EGELİ ZEYBEK-MUSTAFA NECATİ İÇİN ATAÜRK’ÜN DİLİNDEN DÖKÜLENLER
1928 Yılının son aylarda yurt genelinde sürdürülen yeni alfabe kampanyasının Ankara’da Aralık ayının son gecesinde reisicumhur Atatürk ,Güven Park karşısındaki bir evde Bilecik Milletvekili Asaf Özbay’ın kızının nikah törenindedir ve davetlilerle sohbet etmektedir.Gündem siyasi gelişmelerin ve yeni alfabenin yaygınlaştırılması çalışmalarıdır.Millet Mektepleri açılış töreni yeni yılın ilk gününe planlanmıştır.

O sabah Maarif Bakanı Mustafa Necati 11.30’da apandisit ameliyatı olmuştur; reisicumhur bunun için düşüncelidir ve yaverinden sık sık bilgi almaktadır. Oysa üç akşam önce Falih Rıfkı Atay ve diğerleriyle kendisine konuk olduklarında nasıl neşelenmişlerdir;Millet Mektepleri öğrencisi olacağı için sevinçten zeybek oynamıştır. Ah Necati,Zeybek oynarken sıçrayışlarda bir zehir kesesini delerek içine akıttığını ne bilsin? Millet Mektepleri hazırlıklarını aksatırım diye körbağırsak ameliyatı olması için doktorların öğütlerini dinlememiştir.Şimdi ateşi 39’dan aniden düştüğü haberi alınmıştır;ölüm tehlikesi baş göstermiştir. Meclis Başkanı ,Başbakan ve arkadaşları hemen yakında Sağlık Ocağı’na koşarlarken reisicumhur Atatürk arkalarından” Yazık olur, çok yazık olur ,kurtarılmalı!” diye seslenmiştir.Ertesi sabah 10.10’da Egeli Zeybek 36 yaşında son nefesini vermiştir…Reisicumhur Atatürk’e acı haber ulaşınca “NE EVLATTI O” diye hıçkırıklarla saatlerce ağlamıştır.Saygılarımla.

Kay:Yakup Kadri Karaosmanoğlu –Atatürk’ün İnsanlığı

KAZIM KARABEKİR VE KÖY ENSTİTÜLERİ

▪Atatürk’ün ölümünden sonra 11 Kasım 1938’de Çankaya’ya çıkan İsmet İnönü’nün ilk yaptığı iş, Atatürk zamanında devre dışı kalmış küskünlerle barışma ve onları kazanma politikası olmuştur. Bu tavrına “mürüvvet siyaseti” denilebilirdi. Karabekir dahil tüm eski küskünlere Dolmabahçe’de 1.700 kişilik bir ziyafet verildi. Adıvarlar hariç herkes oradaydı. Karabekir, Hüseyin Cahit ve Rauf Bey ara seçimlerde mebus seçtirilerek gönülleri alındı. İnönü’nün onlara tek şartı vardı; bundan sonra eski defterler açılmayacaktı. Küskün muhalifler İnönü’nün bu davetine koşa koşa gelmişlerdi, onlara göre “diktatör ölmüş yaşasın İsmet Paşa devri” başlamıştı. Mustafa Kemal ebedi Şef kendisi milli Şef ilan edilmişti. Çok geçmeden Avrupa kanlı bir iç savaşa, Türkiye seferberlik ve ateş çemberine girmişti. Kıtlık, yokluk, karaborsa Türkiye’de kol geziyor, ekmek bile karneye düşüyordu.
1941-45 yılları Avrupa için kanlı bir savaş alanı olmuştu. Türk ordusu seferberlik düzenindeydi. Avrupa’da Hitler rejimi çökmüş, Atlantik ötesinden demokrasi ve özgürlük rüzgarları esmeye başlamıştı. İsmet Paşa buna ilgisiz kalamazdı. Aldığı bir kararla tek partili sistemden çok partili sisteme geçişe izin verdi. 14 Temmuz 1946’da yapılan ilk çok partili seçimlerde Demokrat Parti Fevzi Paşa’yı (Çakmak) ağır top olarak meydanlara sürerken, CHP de Karabekir Paşa’yı sürdü. Karabekir bir beyanname yayınlayarak halkı CHP’ye oy vermeye çağırdı.
Karabekir bu desteğinin ödülünü Meclis başkanı seçilerek alacaktı. Menkubiyet günlerinde Karabekir’e selam vermeyen İnönü onu devletin ikinci koltuğuna oturtacaktı. 5 Ağustos 1946 tarihli TBMM oturumda Karabekir İsmet Paşa’nın isteği üzerine Meclis başkanı seçildi Yıllardır kendini ve devrimleri küçümseyen Karabekir’e karşı CHP ve İsmet Paşa’nın siyasal oportünizmi yenilmişe benziyordu. İsmet Paşa’nın bu tercihi bir yandan Karabekir’in onurunu temizleme hamlesi, kendisi açısından da Atatürk devrimlerinin mirasçısı olma rolünden uzaklaşma sürecinin başlangıcı sayılabilirdi.
İsmet Paşa’nın girdiği bu oportinizmin en felaketli tarafı Köy Enstitüleri üzerinden oynanan oyunla gelecekti. Kurulması Atatürk’ün sağlığında kabul edilen Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’da açılmış, kısa zamanda sayısı 21’e kadar çıkarılmıştı. Bu okulların amacı şuydu:
“ Her köyde ümmet devrinin bir adamı olan bir imam bulunuyordu. İmam, çocuk doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiğinde mezarı başında telkin verip bağırarak, doğumdan ölüme kadar cemiyetin manen egemeniydi….Kurucu Cumhuriyet ideolojisi bunun yerine devrimci düşüncenin adamı olan öğretmeni köye göndermeyi düşünmüştü. İmam nasıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğumdan ölüme kadar köylüyü elinde tutuyorsa, öğretmen de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi olarak köyün imamı olacaktı…”
Bu projeyi Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç hayata geçirmişti. Talihsizliğe bakın ki Köy Enstitülerini açan da çanına ot tıkayan da CHP hükumetleri olacaktır. 1946 seçimlerinden sonra kurulan ilk Recep Peker hükumeti (7 Ağustos 1946), Hasan Ali Yücel yerine Reşat Şemsettin Sirer’i Milli Eğitim Bakanı yaptı. Yeni bakan ilk işe İsmail Hakkı Tonguç’u görevden almak oldu. Okulların eğitim programı değiştirilip karma eğitimine son verildi. Hasan Ali Yücel zamanında başlatılan Doğu – Batı klasikleri mikrop temizler gibi okul kitaplıklarından toplatıldı.
Gelelim Karabekir Paşa’ya. TBMM Başkanı seçilince CHP içindeki sağ görüşlü kodamanlarla birleşerek Köy Enstitülerinin kapatılması yönünde öncü rollere soyundu. “CHP programında sınıf ayrımı yokken bunu biz yaratıyoruz” diyerek ortaya atıldı. Meclis Başkanı olunca, eski sevdasından kalma teftiş turlarına başlamıştı. Bir gün Şemsettin Günaltay ve Feridun Fikri Düşünsel’i yanına alarak Hasanoğlan Köy Enstitüsüne gitti. Önce okulun resim ve güzel sanatlar atölyesini, sonra kantinini gezdi. Komünist Manifestosu okuyan gençlerin listesi eline verilmiş, senaryo önceden hazırlanmıştı!.
O günlerde Rumeli ikliminin meşrutiyet gericisi Eşref Edip Sebilürreşad dergisinde Köy Enstitüleri için bir kampanya başlatmıştı. Medrese öğretisinin meşrutiyetten kalma safsatalarını süsleye süsleye süsleye yazıyordu. Ahlaksızca uydurduğu bu afsataları okuyalım:
“…Halkevleri ve Köy Enstitüleri fuhuş yuvası ve kerhane haline gelmiş, liseler kiliseye dönmüştü. Enstitülerde kız oğlan karışık olduğu için sevişme ve fuhuş sahneleri normal hale gelmişti. Bazı kızlar evlerine diploma yerine kucaklarındaki piçleriyle dönüyordu. Hasanoğlan Köy enstitüsü komünist yuvası olmuştu. İsmail Hakkı Tonguç, maiyetiyle Gölköy enstitüsüne giderek (1946), danslı ziyafette bir kilo rakı çaktırmış, karanlıkta mumlar söndürülmüştü. Bununla kalınmamış 14 yaşındaki bir kızın bikri izale edilip vücudunun, “dar yerlerinden” geçişler sağlanmıştı?!”
Medrese öğretisi veya hurma kültürü Köy Enstitülerini işte bu safsatalarla karalıyordu. Tekke ve takke kültüründe kızlar erkeklerle karışık okuyamaz, aynı merdiveni kullanamaz, yan yana oturup göz göze gelemezdi. Kızların öğretmen olması, iş hayatına katılması, dini mübinimizde günah, örfümüze göre ahlaksızlıktı… Kadın evinden dışarı çıkamaz, merhaba diye elini birine uzatamaz, namahreme bakıp göz zinası işleyemezdi. Bütün kötülükler ve şeytan insanın önce gözünden girerdi. Köy Enstitüleri denilen fesat yuvalarında Yunan klasikleri okutuluyor, sokak çocukları gibi Meksika/ kovboy şapkası giydiriliyor, keman ve mandolin dersleri veriliyordu. Daha beteri aile ve mülkiyet kavramı yıkılarak komünist proletarya diktatörlüğüne zemin hazırlanıyordu.
Medrese öğretisine göre okuma yazma bilmeyen, birey olmayan insanlar oy kullanabilirdi. Demokrasi demek halka gitmek, halka gitmek toprak ağası ve tarikat softalarıyla yarışa girmek demekti. İsmet Paşa’ya gelince, Amerika’dan yardım alabilmek için sahte demokrasi ile komünizm umacası arasında tercih yapması gerekiyordu. CHP gelenekten oy isteyecek, şirin görünecekse Şemseddin Günaltay gibi ılımlı bir Müslümanı başvekil yapmalıydı…
TBMM Reisi Karabekir Paşa’nın zihinsel ufkunu Eşref Edip’ten daha ileri sanamayız. Yıllardır içindeki sakarı artık dışa vurabilirdi. Hasanoğlan Köy Enstitüsü teftişinden edindiği izlenimler bir eğitim rezaletiydi. Bu okullarda yapılan eğitim İslam ahlak ve faziletine uygun değildi, bilakis komünist yuvaları haline gelmişlerdi. Eşref Edip gericisinin yazdıklarının doğru olduğunu(!) gözleriyle görmüştü. Komünist istiladan kurtulmamız için, kızlı – erkekli el ele tutuşup halay çeken bu mikrop yuvaları kapatılmalıydı. İzlenimlerini Meclis kürsüsünden de dile getirdi:
“Talebeler kız – erkek aynı sınıfta beraber eğitim görüyorlar, böyle rezalet olur mu, burada komünistler yetişiyor!” Enstitü denilen bu okullarda “Mızraklı İlmihal” yerine Yunan felsefesi okutuluyor, resim ve tarım atölyeleri bulunuyordu… Bu dinsizlik ve ahlaksızlık yuvaları kapatılmadan huzur sağlanamazdı. Karabekir yalan söyleyecek değildi. Köy Enstitüleri kapatılmakla kalmadı, Mevlevi olarak bildiğimiz Hasan Ali Yücel de kızıl komünist ilan edildi…
Talim Terbiye Kurulu (88 nolu kararla) Abdülbaki Gölpınarlı’ya ilkokullar için Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri isimli bir kitap yazdırmıştı (1929). Kitaptan bir bölüm:
“… Allah’a evlerimizde de ibadet edebiliriz. Fakat Allah camide ibadeti daha çok sever. Onun faydası daha çoktur. Oradaki büyüklerden din işlerini öğreniriz. Birbirimizi tanır severiz. Müslümanlık ayrılık dini değil, topluluk dinidir. (…) Peygamberlerin sonu ve en büyüğü, insanlara İslâm dinini öğreten, İslâm imanını bildiren Hz. Muhammed’dir. Şu iki söz İslâm imanını bildirir: Allah birdir, O’ndan başka Tanrı yoktur. Hz. Muhammed de Allah’ın elçisidir. İşte bu sözlerin anlamına inanan kimse Müslümandır. Müslümanların kutsal kitabı Kur’an-ı Kerimdir. Allahın emirleri bu kitapta yazılıdır. Biz Kur’an-ı Kerime çok hürmet ederiz…”
Kitapta Cumhuriyetin Hz. Muhammedin yolundan gittiği ve onun yaptıklarıyla benzer olduğu anlatılıyordu. Yeni Türkiye’de ve erken İslam döneminde bağnaz ve sahtekar din adamları kendi özel çıkarlarından dolayı milletin ilerlemesine engel olmaya çalışmışlardı…
Bu kitap, 1948’de Maarif Vekili Reşat Şemsettin Sirer tarafından “Müslüman Çocuğun Din Kitabı” adıyla yeniden yazdırıldı. Atatürk devrinde okutulan kitabın aksine, çocuklar tarikat ve hurafelerin tuzağına düşürüldü. Adnan Menderes taşra molozlarıyla girdiği yeni seçimlerde bir yandan bacanağı Dr. Nazım’ın İzmir Suikastinden kalma intikam histerisini dile getiriyor, öbür yandan oy toplamak için ihtiyar Said-i Nursi köy köy dolaştırılıyordu..
OSK/ 22 KASIM 2019 CUMA

ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKASI

“Türkiye’nin güvenliğini amaç edinen ,hiç bir millete karşı olmayan bir barış yönü ,daima bizim ilkemiz olacaktır.”K.Atatürk.Genç Cumhuriyetin uluslararası ilişkilerinin temeli “Yurtta barış,dünyada barış”ilkesidir.Bu ilke mazlumların kendi aralarında ki dayanışma ile barış içinde kalkınma anlayışıdır. Atatürk’ün dış politikasının temeli bölgesel ağırlıklı ve barışa dayalı bir anlayıştır.1 Mart 1922!de meclisin açılış konuşmasında ,dış politikanın ana çizgilerini belirtirken diyor ki:”Efendiler, iç politikada olduğu gibi ,dış politikada da temel ilkemiz,Milli Misak ilkelerinden ibarettir.Milli Misak’ı kabul ederek ,maddi ve manevi alanda tam bağımsızlığımızı onaylayanları derhal dost sayıyoruz.” “Efendiler,dış politikamızda başka bir devletin haklarına bir saldırı yoktur.Ancak hakkımızı,yaşamamızı,namusumuzu ve memleketimizi savunma hakkımız vardır”Dikkat edilirse genç Cumhuriyetin Misak-ı Milli’nin dışında Lozan da dahil toprak isteği hiç olmamıştır.(ileride yazacağım Lozan bir toprak kazanma antlaşması değil,mazlumların ,emperyalizme karşı bağımsızlık zaferinin kayda geçirilmesidir.) “Yurtta sulh,cihanda sulh”söylemi Devrimci Türkiye’nin Lozan’dan sonra dış politikasının ana omurgasını oluşturmuştur.Genç Cumhuriyetin temel askeri hedefi savunma ve savunmaya dayalı kalkınma amaçlıdır.Batı ile olan gelişmişlik mesafesinin kapatılması ,modern, çağdaş,zenginleşmiş ,aydınlık bir Türkiye amaç edinilmiştir.Bu amaca varmanın tek yolu bölgesel örgütlenmelerdir. Balkan Paktı, Sadabad paktı bunlara örnektir.Suriye ve Irak ile olan ilişkilerde ki federasyon veya konfederasyon söylemlerinin temel anlayışı “Yurtta sulh,cihanda sulh”anlayışıdır.Yeni Türkiye’nin temsil ettiği anlayış ve başarı ;tüm mazlumların temsil ettiği başarıdır.Anlayacağımız yurtta sulh, cihanda sulh kavramı bölgesel barış içinde kalkınma ,zenginleşme ,aydınlanma ve emperyalizme karşı duruş kavramıdır.Devrimci aydınlık yüzlü Türkiye ne Panislamizimdir,ne Panturanizimdir. Atatürk ,Sovyet -Ukrayna genelkurmay başkanı FURUNZE ile Ankara’da görüşürken LENİN’E yazdığı yazdığı mektupda aynen şöyle yazıyor;”hayaller peşinden koşmaların tarihin çöplüğüne bırakılmıştır”ifadesini kullanır. 1 Aralık 1921’de mecliste bu konu ile ilgili şöyle der:”Büyük hayaller peşinde koşan ,yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen ,sahtekar insanlardan değiliz. Büyük ve hayali şeyler yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kinini memleketin ve milletin üzerine çektik.Biz Panislamizim,Pantürkizim yapmadık ,yapmış gibi göründük.” Anlayacağımız tarihi sorgularken diyor ki şimdiye kadar hem kendimize,hem de başkalarına karşı yalan ve palarva söyledik.Bundan sonra bizim takip edeceğimiz yol ,kendimizin ve bölgemizin gerçekleri ile barış ve işbirliği içinde bir dış politikamız olacak.1 Aralık 1921’deki konuşmasının son sözü”Efendiler, haddimizi bilelim .Biz bağımsız yaşamak isteyen bir milletiz.Ve yanlız ve ancak bunun için yaşamımızı feda ederiz” BÜTÜN KOMŞU DEVLETLERLE DOSTLUK Yeni Türkiye Milletler Cemiyetinin daveti üzerine cemiyete üye olur.Musul sorunu çözülmemiştir,1924’de İngiltere Hakkari’yi ister ve Hakkari’nin Nasturilere ait olduğunu ileri sürer.9,10, ve 12 Eylül 1924’de İngiliz uçakları Türk toprakları üzerinde uçar,16 Eylül’de makinalı tüfekle ateş ederek 3 erimizi şehit, 12 erimizi de yaralanır.Milletler Cemiyeti Estonya’lı bir generale Musul ile ilgili rapor yazmaya görevlendirilir.General raporunda ,Türklerin o bölge de ki Hırıstıyanlara kötü davrandıkları şeklinde rapor yazar.(İngiliz’de oyun biter mi?) Milletler Cemiyeti oy birliği ile Türkiye hakkında karar alır.Atatürk ve Devrimci Cumhuriyet , ne olduğunu anında kavramışlardı. Batı’nın 300 yıldır talep edeceği sinsi istekleri Osmanlı içindeki hırıstiyan-müslüman din çatışması altında gündeme getirmişti.Aynı komployu tekrarlıyorlardı.Emperyalizm bugün olduğu gibi o gün de mazlumları çatıştırarak ,kan akıtarak sömürgeciliklerine devam ediyorlardı.Fakat devrimci Cumhuriyetin bölgesel duruşu ahtapotların niyetleri kursaklarında bırakmıştı. 1925 BÖLGEMİZ VE AVRUPA’DA Kİ SİYASİ DURUM Fransa,İngiltere Almanya ,Polonya,İtalya,Belçika ve Çekoslovakya 1 Aralık 1925’de LAKARNO antlaşmasını imzalayarak Almanya’yı Sovyetlere karşı kullanma tezgahını planlıyorlardı.İran -Rusya,İran -Afganistansürtüşmeleri ve İran sınırından doğu bölgelerine bugünkü PKK ‘ya benzer ayrılıkçıların Ağrı, Van bölgelerine baskınlar yapmaları bölgemizdeki ve Dünyada ki siyasal resmin ayrıntıları olarak olarak görünüyordu.Atatürk görünen bu barut ortama ateşle değil, söndürmek için su ile yaklaşıyordu.Atatürk’ün değişmez dış işleri bakanı T.Rüştü Aras’ın anıları olan GÖRDÜKLERİM II. cildinde Amerika’nın Ankara elçisi GREW ile Türk dış politikasını konuşurken derki:”Yeni Türkiye Cumhuriyeti barış içinde ve tarafsız olacaktır.Bize saygı duyan herkes ile dostluk ve saldırmazlık antlaşması imzalarız”Barış içinde yaşama,barış içinde kalkınma temel amaçtır. 1 Mart 1921 Afganistan -Türkiye barış antlaşması 27 Aralık 1925 Türk -Sovyet antlaşması 22 Nisan 1926 Türk İran antlaşması 1 Ekim 1927 Sovyet-İran antlaşması 28 Ekim 1927 İran- Afganistan antlaşması Yine Gördüklerim II.cildin de der ki Türk -İran antlaşmasına Sovyetler arabulucu olduğunu,İran-Afganistan sorununu Türk uzmanlar çözer.Bugünkü İran-Afganistan sınırını 28 Ekim 1927’de Medine kahramanı Atatürk’ün isteği ile Fahrettin Paşa ‘nın denetiminde şekillenir.Fahrettin Paşa’ya Altaylı denmesi Atatürk tarafından İran ve Afganistan sınırlarını ayıran Altay dağların adından esinlenerek konulmuştur. Tefik Rüştü Aras ABD elçisi GREW’E der ki:”Bizim dış politikamız,basit ve dosdoğrudur.Herkesle dostluk kurmak isteriz.Fakat hiç kimse ile ittifak ve bloklaşma yapmayız.Beş yıl önce Türkiye potansiyel düşmanlarla çevrilmişti.Bugün güvenilir dostlarla çevrilmiştir.Saygılarımla. Gelecek yazımız Balkan paktı, Sadabad Paktı,Möntrö ve Liyon antlaşması.Yararlandığım kaynaklar ikinci yazıda belirtilecek.

ANADOLU İHTİLALİ

Bu başlık Sabahattin Selek’in 1965 yılında yazdığı eserin başlığı olarak alınmıştır.Yazar, Anadolu İhtilalini veya bağımsızlık savaşını emperyalizme karşı verilen yoksul bir milletin haklı zaferi olarak görür.Bu zafer tarihte ilk defa mazlumların ,zalimlere karşı baş kaldırışının öncüsüdür.Bu zafer yalnız bölgesel değil,tüm dünyadaki anti emperyalist bağımsızlık hareketlerinin enerji kaynağı olmuştur.Hindistan’dan al Latin Amerika’ya kadar.Bu görüşler ,Sabahattin Selek-Anadolu İhtilalinde ,Mahmut Esat Bozkurt’un -Atatürk İhtilali I-II ile Rasih Nuri İleri’nin -Atatürk ve Komünizm eserlerinin ortak paydalarıdır. Atatürk bu görüşlerini Sivas Kongresi günlerinde yani Eylül 1919 günlerinde galip devletlere şöyle haykırıyordu.”Dünya,milletimizin hayatına ya hürmet edip onun VAHDET ve istiklalini tasdik edecek ,ya da son topraklarımızı ,son insanlarımızın kanıyla suladıktan sonra bütün bir milletin na’şı üstünde merdut hırsı istilasını tatmin etmek mecburiyetinde kalacaktır. Yine aynı konuşmanın devamında ise; “Biz mağlubiyetimizin pahasını çok ağır ödedik.Elimizden köyler, vilayetler değil,ülkeler alındı.Fakat son lokmasını da ağzından koparmak için bir milletin hayatına kıymak canice bir harekettir.Öldürülmek istenen bir adamın kendini son nefesine kadar cesaretle , mertlikle müdafaa etmesi ise tabii ve zaruridir.”Mustafa Kemal Paşa bu görüşlerini Amerika’lı Genaral Harbord’a da Sivas’ta 1919’da görüştüğün de aynen ifade etmiştir..Kay:Anadolu İhtilali sayfa 312. “Tam bağımsızlık denildiği zaman ,kesin olarak politik,mali, ekonomik,askeri, kültürel ve bunlar gibi her konuda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir.Bu saydıklarımdan herhangi birine bağımsızlıktan yoksunluk ,millet ve memleketin ,gerek manada bütün bağımsızlığından yoksun olmak demektir.”Bu düşüncelerini Atatürk Haziran 1921’de Fransız Franklin Boullion’la Ankara’da ki sohbetinde ifade etmiştir.Dikkat edilirse bu tarih Sakarya Savaşın’dan öncedir.İşte temsil ettiği düşüncenin koşulları ne olursa olsun ifade etmesi kendinin haklılığını ve meşruluğunu da ifade eder. Devrimler ve bağımsızlık savaşları gelecek kuşaklara kendi öz gerçeği ile aktarılmazsa ,yaşanılan felaketlerin daha büyükleri ile karşı karşıya gelinir.”Su uyur ,düşman uyumaz” özdeğişinde olduğu gibi emperyalizm kindardır,daima zaman kollar.Bağımsızlık bir ulusal bilinçtir ve bu aynı zamanda tarih bilincidir. Anadolu İhtilali’nin haklılığını tarihe mal olmuş tüm liderler her koşulda alkışladılar.Lenin,Troçki,Stalin,Mao, Kastro herkes alkışladı .Ve bugün herkes unuttu! Tarihe boynumuzu bükerek bakarken;Atatürk olmasaydı,1917 Ekim devrimi olmasaydı,Türk -Sovyet dayanışması olmasaydı bugün Anadolu’muzda ne Türk ne de Kürt olurdu.Ege,Trakya,Batı Anadolu belki de Karadeniz “Büyük Yunanistan veya İyonya “olurdu.Trabzon’dan Samsun’a kadar ,Bitlis Vilayeti Siirt’e kadar,Adana vilayeti Silifke’ye kadar,yukarıda kalan üçgen kısım Erzurum bölgesi de Ermenistan olurdu.Hepimiz Balkan Müslümanları gibi ya ezilmiş bir azınlık olur yada asimile edilirdik.Yani özetlemek istediğim; bugün Türk sosyalisti varsa ,islamcısı varsa, kapitalizmi varsa,işçi sınıfı varsa veya o ihanet eden ne kadar tiplemeler varsa,”Keşke Yunan kazansaydı”diyen utanmazlar varsa sizlerin varlığı Mustafa Kemal’in zaferinin sonucusunuz.O olmasaydı SEVR hayat bulacaktı.Saygılarımla.

ŞEYH MAHMUT, ALİ ŞEFİK ÖZDEMİR,SÜLEYMANİYE KONGRESİ,MUSUL, KERKÜK LOZAN -1

Gündemi olan bugünlerde, Güneyimizde yaşanılan bu olayların yüz yıllık geçmişini hatırlatmak düşüncesiyle ,bu konu ile ilgili üç yazı başlığı ile anlatmak istiyorum . 1-Şeyh Mahmut mücadelesi, 2-Ali Şefik Özdemir ve Süleymaniye Kongresi, 3-Lozan,Musul , Kerkük,1926 antlaşması ŞEYH MAHMUT HAN DİZLE (1870-1936) Yaşadığımız bu sıcak ve sıkıcı günler içerisinde ,duyduklarımız , yaşadıklarımız veya besleme basından okuyup anladıkları gördükçe hayret etmemek elde değil.Bu yazılıp anlatılanların hepsi ,bilgiden yoksun, günlük sokağa mesaj vererek ,doğru bilinenleri yanlış, yanlış bilinenleride doğru algılatmaya çalışılıyor.Tarih bilmedikleri için yüzleşemiyorlar.Tarih bilseler ,emperyalizmin 200 yıllık hesapları ile yüzleşirler .Tarih bilenler , akçeli işlerin sonuçlarının nerelere varacağını bilmezler mi?elbette bilirler!Tarih bilseler ,Türkiye Cumhuriyeti bu coğrafyaya bin yılı aşkın bir zaman diliminin üzerinde kurulan tarihi mirasın siyasi örgütlenmesidir.Tarih bilseler ,o aldattı, bu aldattı ,utanılacak söylemler olurmu?Tarih bilmezseniz sergilediğiniz her davranış emperyalizmin 50yıllık,100 yıllık planlamalarına hizmetten başka bir şey yapmazsınız .VOLTER boşunamı demiş “tarih milletlerin bahçesidir”.Siz bahçeye girip toplanması gerekenleri sahiplenmesseniz ,başkaları gelir 100 yıllık hesapları ile oyun kurarlar. Emperyalizim Osmanlı’nın bu coğrafyasına Tanzimatla girdi.O günden zamanımıza kadar,sürekli kaos,bunalım, savaş, messep kavgaları gibi huzursuzluk veren siyasal davranışlar sergilediler.Amaçları nedir?bölgenin yeraltı zenginliklerini nasıl kontrol edebiliriz?Bütün hesapları, dil birliği, tarih birliği denen ulusa dayalı siyasal örgütlenmelerin önüne geçmek.Veya bölge ulusları kendi zenginliklerini,kendi milletlerinin refah ve mutluluğuna harcamalarının önüne geçip,el koymak.Buna mani olmak isteyen devletleri,ortadan kaldırmakla tehdit edip,sürekli kan,göz yaşı ve acı boğuşturmak.Libya,Suriye,Irak,yarın Türkiye,İran .Hepsi ile ilgili hesapları gündemde.Özet olarak emperyalizim denilen eşkıya bölgemize el koyuyor.Ses çıkaranlara acıyı, çıkarmayanlarada köleliği teklif ediyor.Tarihi bugünkü veya gelecek kuşaklara bilinç olarak sunmazsak, yaşadığımız toprakları yurt yapamayız. 100 yıldır bölgede oluşan olayları gözden geçirecek olursak;Birinci Dünya savaşında Basra Körfezin’den gelen İngiliz güçleri 29 Nisan 1916’da Osmanlı 6. ordusu KUT-ÜL AMARA’da kesin mağlup ederek ,başındaki komutanı TOWNSHEND ESİR ALINIR.(Osmanlı 6. Ordusunu ilk önce Alman Goltz Paşa yönetir. Goltz Paşa, Nisan 1916’nın başlarında tifodan hastalanarak ölür.Halil Paşa ,Enver Paşa’nın amcası komutayı alır,ayrıca Goltz Paşa’nın yanında albay Nurettin bey vardır .Nurettin bey meşhur Kurtuluş savaşının 2. ordu komutanı sakallı Nurettin Paşasıdır.Halil Paşanın soyadı KUT oluşu KUT-ÜL AMARA’DAN GELİR) 29 Nisan 1916’da kesin yenilen İngiliz güçleri sömürgelerinden yeniden güçler toplayarak ,yeniden aynı bölgeden saldırıya geçtiler .İngilizler 1917’de Bağdat’ı alıp Kuzeye yönelirler.İngilizler ,Bağdat’tan ,Kerkük’e yönelirler.Halil Paşa Kerkük’ün tahrip olmaması için ,Küçük ZAP Irmağı’nın gerisine çekilir.Asıl savunma burada yapılması planlanır.Ancak ordunun Doğu kanadı boşlukta kalır.Bu dağlık bölgede Kürt oymak beyleri yaşıyordu.Halil Paşa bunların içerisinde ,liderliği ile,duruşu ile ,seçkin,daha öncede tanıyıp ilişki kurduğu SÜLEYMANİYE’DE ,ŞEYH MAHMUT DİZLE ‘YE telgraf çekerek “Birliklerden ,topçu ve süvari kıtalarını sizin emrinize tahsis ediyorum.Bu görevlendirmeden İstanbul’da Enver Paşa ve Zat-ı Şahane’ye bildirilmiştir.”Şeyh Mahmut’la ilk ilişki bu şekilde kurulmuştur.( Ali İhsan SABİS:30 Ekim 1918 Mondoros ateşkes imzalandığında MUSUL Osmanlı denetimindeydi.Musulu’un savunmasındaki birliklerin başında Ali İHSAN PAŞA bulunmaktaydı.İngilizler pisikolojik baskılar kurarak ,bir mermi patlatmadan Türk kuvvetlerinin çekilmesini sağlayıp Musul’a yerleştiler.Atatürk ,Nutuk’da Ali İhsan Paşa’nın çekilmesini acı, acı eleştirir. Ali İhsan Paşa ,Atatürk’ün harbiyeden sınıf arkadaşıdır.Atatürk harbiyeyi 5. olarak bitirir, Ali İhsan Paşa 1. olarak bitirir. Komutanlık okulu birinci olarak bitirmekle olmuyor.Komutanlık, yaşamın içinde var olan yeteneklerle oluyor.) SÜLEYMANİYE HAREKETİ Anadoludaki Kuva-i milliye hareketinin başlamasıyla aynı tarihe raslar.26 Mayıs 1919.Nasıl ki Hasan Tahsin İzmir’de, Ali Çetinkaya Ayvalıkta,ilk kurşunları sıktılarsa,ELCEZİRE(MEZOPOTAMYA)Kuva-i milliye anlayışı ile Şeyh Mahmut öncülüğünde başlamıştır.26 Mayıs 1919’da İngilizlere karşı başlatılan Süleymani’ye direnişini ,Erzurum’dan Mustafa Kemal Paşa telgrafla tebrik eder ve yapılması gerekenlerle ilgili bilgiler gönderir.(bu telgraf Nutuk’un ekler bölümünde mevcuttur,yanlız telgrafdan Şeyh Mahmud’un haberinin olup olmadığı konusunda net bilgi bulunmamaktadır) Sületmaniye direnişine ,Halil Paşadan kalma Türk subayları danışmanlık yaparak VAN ili üzerinden bilgi akışını sağlarlar.İngiliz birliklerinin üzerine ani baskınla 26 Mayıs 1919’da Süleymaniye ve Halepçe kurtarılır.Süleymaniye baskınından sonra orta Fırat bölgesinde Taşlıca baskını yapılır.Nusaybin ve Deyrizor bölgelerinden beklenen yardım gelmez.Bu arada İnglizler ,sömürgelerinden binlerce piyade ve topçu birlikler taşır.RAF uçakları ile BAYZAN geçidine saldırırlar.Direniş kırılır.Şeyh Mahmut yaralanır, Süleymaniye’de İngilizlere esir düşer.İngilizler tarafından yargılanıp, iğdama mahküm edilir.Cezası daha sonra 10 yıla indirilip Hindistana sürgün edilir.(not:RAF uçak birlikleri 100 uçaklılık birliklerdir.İlk defa modern anlamda hava kuvveti olarak Süleymaniyede denenmiştir.) Bölgede en uzun direniş dağlık bölge olan REVANDUZ halkının ve oymak beylerinin verdiği mücaledir.İngiliz ve bunlara bağlı NASTURİ lejyonları ile saldırılarını gerçekleştiriyorlardı.En fazla Türk kuvvetleri ile birlilkte hareket eden ZEBAR OYMAĞI idi. Süleymaniye,Musul veya Elcezire bölgesinin asıl hareketi Sakarya savaşının kazanılmasından sonra şekillenir.Sakarya savaşı emperyalizme şu mesajı vermiştir.Misak-ı Milli olan bolgeyi size yem etmiyeceğiz mesajını vermiştir.Sakarya Savaşından sonra karşılıklı uzlaşmalarla esir değişimleri gerçekleşir.Meşhur Malta sürgünleri(144 kişi) yurda dönüş yaparlar.Ulusal savaşa katılmaya başlarlar.Bunlardan Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasına destek olan ,o dönemin Genelkurmay başkanı CEVAT PAŞA(ÇOBANLI) Ankara’ya gelir.Batı cephesinde görev ister onu Elcezire bölgesi komutanı olarak görevlendirilir.Bu bölgedeki olaylar farklılaşmaya başlar. Bundan sonraki yazımızda,Şeyh Mahmut, ile Ali Şefik Özdemir ilişkisi ,Sivas Kongresine atıfta bulunularak SÜLEYMANİYE KONGRESİ’Nİ anlatacağım.Saygılarımla. not:Yazılarımın bütün kaynaklarını üçüncü yazının sonunda bilgilerinize sunacağım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir