Güzel Gülveren

  • Gülveren Rakım: 1890 metre
  • Yayla 2.365 metre
  • Erdavut Dağı :2.547 metre
  •  Ziyaret Tepe:2.510


Dayama Nedir? Nasıl Pişirilir? Gülveren Köyü İle İlgili Birbirinden Güzel Görseller LütfenYandaki Resmin Üzerine Tıklayınız

El emeği, göz nuru Karadeniz çorabı

Geceleri ormandan inip patates yumrularına ve mısır koçanlarına zarar veren ayı ve domuzları engellemek için kurulan düzenek. Teraziye benzeyen, bir tarafı yaklaşık bir litre su alan kepçe biçiminde, diğer tarafı tokmak şekilde olan ağaç düzeneğin kepçe biçimindeki kısmına oluktan akan su dolunca ağırlaşır ve aşağı doğru eğilir. Bu sırada alttaki sert zemine çarpar ve ’’çak’’ diye bir ses çıkarır. Su boşalınca yukarı kakınca tokmak şeklindeki kısım aşağı iner ve oradaki zemine çarpar ve tekrar ‘’çak’ ’diye ikinci bir ses çıkar. Bu böyle devam ederek çak, çak, çak…..sesi gece boyu devam eder .Bu sesleri duyan ormandaki ayı ve domuzların patates ve mısır bostanlarına inip zarar vermeleri engellenmiş olur. Havuz ortasında bulunur. Akan su havuza dolar. Ve bu su ile bostanlar sulanır.

Bir insanın günde tükettiği oksijen miktarı ortalama yedi ağacın ürettiği oksijene bedeldir.
Loda (Yığın)

GÜZEL GÜLVEREN (İZNOS)

Mesleğim gereği yurdumuzun hemen hemen bütün illerini gezdim.1969 yılında Kars’ın Aralık ilçesi A.Çiftlik köyündeydim. Bu vesile ile bütün Iğdır’ı, Karsı gezme ,görme şansım oldu.Daha sonra sırasıyla Kırşehir ve Nevşehir İllerinde çalıştım.Çalıştığım bu süre içinde iç Anadolu Bölgesinin bütün illerini tanıma imkanım oldu.Ankara’da okuduğum sırada Ankara yöresini ,askerliğim sırasında Çanakkale-Ezine, Balıkesir,Eskişehir ve Çanakkaleyi gördüm.Akraba ziyaretleri ve bazı işlerim nedeniyle Bursa ve İzmir’de bulundum.Bu illerin çevresindeki illeri de tanıyıp görmüş oldum.2001 yılından bu yana Antalya’dayım.Neredeyse Antalya’nın gezmediğim,görmediğim kösesi,bucağı kalmadı.Gezip gördüğüm yerlerin doğal güzelliklerini inceleme özelliğim vardır.Hemen fotoğraflarını çekerim.Bakmak ayrı,görmek ayrı diye bir söz vardır.Ben sadece bakmıyor,aynı zamanda görmeye çalışıyorum.Yaklaşık yirmi sene Antalya’da kalan bir arkadaşıma hurmadan bahsederken,Antalya’da hurmanın yetişmediğini söylemişti.Buna çok şaşırdım.Her gün yanından geçtiği hurma ağaçlarına yalnızca bakmış,görmemiş.Bütün bunları niçin anlattım? İnanın abartmıyorum. Gezip gördüğüm yerler arasında doğal güzelliği Gülveren’ den iyi yer görmedim. Her neyse.

Gülveren’in bulunduğu Şenkaya İlçesi, Doğu Anadolu ile Doğu Karadeniz bölgesinin geçiş bölümündedir. Bu nedenle kendisine has bir coğrafyası, iklimi ve bitki örtüsü vardır. Bu coğrafyayı,doğayı,iklimi ve bitki örtüsünü Dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz.Örneğin Karadeniz bölgesinde bulunan illerin hemen hemen hepsinde aşağı yukarı aynı mevsim hüküm sürer.Marmara,Ege ve Akdeniz bölgelerinin iklimi ve bitki örtüsü de birbirinden çokça farklı değildir.Örneğin zeytin,incir ve turunçgiller bu üç bölgede de yetişir.

Gülveren’in genellikle tortul kayalardan oluşan dağları farklıdır. Hemen hemen çıplak bir dağ göremezsiniz Kendisine has bitki örtüsü ve sarı çam ormanları dağları gelin gibi süslemiştir.Her daği,deresi ve tepesinin ayrı bir özelliği ve güzelliği vardır.Dağların her bölümü kendisine has bir bitki örtüsü ve güzellik yaratmıştır.Ormanın bazı seyrelen bölümlerinde, çeşitli söğüt ağaçları ,orman kavakları,cinav,kayın, benzeri ağaçlar kendilerine yer bulmuş,mekan tutmuştur.Uçurumlarda kayalıkların arasında çamların seyrek bölümlerinde böğürtlenlikler görürsünüz.Aylardan Ağustos ise şanslısınız.Kısa boyları ile böğürtlen ağaçları üzerindeki meyvelerin ağırlıklarına dayanamayıp toprağa kapanmışlardır.Elinizle dalları kaldırdığınızda kırmızı böğürtlen deposunu görürsünüz.Dilediğiniz kadar yiyin.Korkmayın çok şifalıdır.Size hiç bir zararı dokunmaz.Aylardan Haziran ise, rakımın 18800 metre olduğu Güney yamaçlarda , ormanın seyrelen ve ‘alan’ denilen bölümlerinde çaşır bitkisi karşınıza çıkar.Hemen koparın.Toprağın içinde kalan bölümü beyazdır.Yöre tabiriyle şeker gibidir.Bu kısmını hemen yiyin.Diğer kısmını atmayın.Eve geldiğiniz de pişirirsiniz. Amerika’ya kaçırılan bu bitki çok şifalıdır. Ormanın biraz sulu bölümlerine daldığınızda ,bir bulutun üstünde yürüdüğünüzü hissedersiniz.Hafif nemli yosunlar kalın bir sünger tabakası oluşturmuştur. Burada yürümenin ayrı bir tadı vardır.Mayıs aylarında ormanda yürürseniz,yeni eriyen kar sularının kaynaklardan fışkırdığını,biraz ilerde çukur bir yerde kar kümesi,onun hemen yanı başında çiçek bahçesi.incelen kar kümesinin altından fışkıran çimenleri görürsünüz.Hemen yanı başındaki çam ağaçlarından kuşların melodileri sizi bir hayal dünyasına götürür.Hele sayıları oldukça azalan turnaların sesleri yok mu , bir harikadır.

Yörenin bitki örtüsü bakımından özel bir yeri vardır. İsimlerini bildiğim ve burada sayacağım bitki türlerini kendine has özellikleri ile başka hiçbir yerde görmek mümkün değildir. Belki benzerleri olabilir. Böğürtlen,hamurgan.karagat,meşe üzümü,horoz gözü,banda (ahlat),yabani elma,sarol,ayı gaggası (meyvesi) ve benzerleri.Bir yıllık bitkilerden;çaşır,yemlik, orman çileği,acıgıcı (yabani tere) kımı,kekire,gosgos (toprağın içinde yetişen dışı siyah içi beyaz bir yumru).Kulağıma bunlarda ne gibi sesler geliyor.Ama demiştim, yöreye has bitkilerdir. Ormanlarda doğal olarak yetişen böğürtlenin tadını,kokusunu ve lezzetini hiçbir yerde bulmak mümkün değildir.Kilolarca yeseniz dokunmaz ve tadına doyamazsınız.Diğer bölgelerde yetişen böğürtlen şekil olarak burada yetişenlere benzememektedir.

İklimine gelince,ne tam Doğu Anadolu,ne de Doğu Karadeniz iklimidir.İkisinin karışımı bir iklim hüküm sürer.Yazları serin ve genelde yağışlıdır,kışları soğuk ve kar yağışlıdır.Kışın yağan karın dondurucu ve insanı fazla üşütücü bir etkisi olmaz.Kasım ayında toprağa düşen kar Mayıs ayına kadar kalır.Çamların dallarına yağan kar farklı bir manzara oluşturur.Yeşille beyazın buluştuğu çamların dallarını aşağılara kadar sarkıtan kar örtüsünün manzarasını bir düşünün.Bu görüntüler esen bir rüzgarla hemen kaybolmaz.Bu manzaralar haftalar ve aylarca boyunca gözünüzün önünde olur.Eviniz ormana bakıyor ve ocakta kütükler yanıyorsa pencereden bu manzarayı seyrederek,tadını çıkarabilirsiniz.Belinize kadar kara saplanarak yürümeye ne dersiniz.İlkbahar yaklaştığında gündüzleri erimeye yüz tutan kar gece olunca donar ,ertesi gün üzeri sertleşerek bir tabaka oluşur.Buna “kırç “denir.Hele “kırçta” yürümek bir başkadır.Kendinize güveniniz varsa kırcın üzerinde ayakkabılarınızla kayak yapabilirsiniz.Kışın güzelliği sayılamayacak kadar çoktur.Nisanın sonlarına doğru bahar kendini hissettirir.Bir taraftan karlar erimeye başlar,bir diğer taraftan kendine bir yer açıldığını fırsat bilen çimenler fışkırmaya başlar.Çimenlerin ömrü ,diğer bölgelerdekine göre uzundur.Diğer bölgelerde yaz sıcakları ile çimenler solmaya başlar.Hal bu ki burada sonbahara kadar sürer.Sonbaharda hafif bir kuraklık olsa bile mevsim yağmurları çimenlerin ömrünü tazeler.Ta ki kasım ayına kadar.Yörede karlar birden erimez.Dağların kuzey ve kuytu yamaçları yavaş yavaş erir ve suları ormanın içinde buzluk denilen doğal depolarda birikir.Bu bir doğa harikasıdır.Yüzyıllar boyu uçurumlardan kopan kaya, taş ve çakıllar çukurluklarda,derelerde birikmiş,üzeri toprak ve orman tabakasıyla kaplanarak toprağın altında bu depolar oluşmuştur.Üzerinde bulunan ormandaki karlar eriyince altındaki kaya,taş ve çakıllarla dolu çukurda birikerek doğal buz dolabı görevi yaparlar. Yaz boyunca buzluktaki sular ağır ağır eriyerek akar ve doğadaki bütün canlılar bundan yararlanır.Buzluklarda biriken kar sularından fışkıran gözelerde ellerinizi bir dakika bile tutamazsınız.Sanki eliniz kesiliyormuş gibi olur.Haziranın sonlarına doğru yüksek kesimler bir cennete dönmüş,artık yayla mevsimi gelmiştir.Yaylalarda ,ormanlarda olduğu gibi çiçek türleri kendisine has toprak bölümlerini seçerek ,bahçelerini oluşturmuş,mekanlarını tutmuşlardır.Yükseklerde, ormanlar seyreldiğinden, yerini çiçek tarlalarına ve çayırlıkllara bırakmıştır.Her yerde aynı çiçekleri görmezsiniz.

Çevre adeta çiçek tarlalarına dönmüştür.Gözünüzün alabildiğince, çeşitli ve rengarenk çiçek tarlalarını görebilirsiniz.Kuş sesleri, koyun kuzu sesleri,arı sesleri ,çocuk sesleri ,hepsi birbirine karışarak bir melodi oluşturur.Arılar ,yalı ve içi boşalan ağaçların kovuklarına yuvalanarak, üreyip çoğalmalarını sağlamıştır.Ne yazık ki bazı kendini bilmez kişilerce, bedavadan bu aralara sahiplenmek maksadıyla, çamlar kesilmekte,arılı çam tomrukları arılıklara konulmaktadır:Bilinçlenen halkımız artık bu davranışlara izin vermemektedir.Bu arada ‘çeçil peyniri’ ve mantarları da çok ünlüdür.
Siz hiç Ağustos ayında ikindiye doğru Kantarın Sırtından (Gülveren Yaylasında bir mevki) çevreyi seyrettiniz mi? Neler hissetiniz? Gülveren Yaylasında,yayla evlerinin hemen yukarısında iki ufak tepenin arasında bulunan bir sırt.Buranın doğusuna doğru bir dere ve batısına doğruda geniş tabanlı bir vadi uzanır.Bu vadinin düzlüğünde yayla kurulmuştur.Her iki vadinin suları değişik yönlere akmasına rağmen Çağsor köyünde birleşerek Penek çayına karışır.Burası iki vadinin sırt noktası olduğundan yöre halkı tarafından Kantarın Sırtı olarak adlandırılmıştır.Kantarın Sırtına çıkın,önünüzü güneye dönerek bir çam ağacına sırtınızı verin ve çevreyi seyredin.Görülen manzaraların anlatılmasına kelimeler bile yetmez.Sağınıza bakın ,ormanla dolu vadi aşağılara doğru uzanmakta ,karşıda uzaklarda Allahüekber Dağlarının karlı zirvesi görülmektedir. Allahüekber Dağlarındaki vadiler ve diğer vadiler aşağılarda birleşerek bir çanak oluşturur.Bu çanağın içi orman okyanusunu andırır.Yeşilin her tonunu görebilirsiniz.Karşıda, uzaklarda buğulu orman ,biraz ilerisinde buğunun değişik tonlarını görürsünüz.Bu bir sis değildir.Nem de değildir.Temiz ve bol oksijenli havanın oluşturduğu bir oluşumdur.Baktıkça büyülenir,dalar gidersiniz!.Bir şair olsanız, dizelerinize bunları nasılda dökerdiniz.Batıya bakarsanız Güneşin altında ,Uzun Güney ile Tecirek Yaylası arasında bulunan Gedikten ta uzakları, Artvin’in sivri tepelerini zorda olsa görürsünüz.Manzara muhteşemdir.Bunlar bazılarına anlam ifade etmeyebilir.Ama bir Doğa ve orman tutkunu iseniz size çok şeyler anlatır.
Selahattin ALTAŞ

SİMİZAR ÖYKÜSÜ VE AĞIDI


Simizar; Şenkaya’nın (Doğanköy) Eğitkom köyünde doğar, Gülveren Köyüne gelin gelir.Tozi adındaki gençle evlenir, Zahide isminde kızları olur.Yayla zamanı gelince, herkes gibi onlarda yaylaya çıkarlar.Çayır biçme zamanı gelir. Yaylaya epey uzakta bulunan Kılıçboğazı Çayırı biçilmektedir.Bir taraftan erkekler çayırları biçerken,diğer taraftan kadınlar ve çocuklar kuruyan otları toplar, yığın haline getirirler. Simizar,sabahleyin erkenden kalkar,ev işlerini gördükten sonra, eşi Tozi ile birlikte Kılıçboğazı Çayırına gider.Tozi Dayı çayır biçerken Simizar Hala da kuruyan otları toplar.Çok çalışkan bir kadın olduğu söylenir.O gün de çok çalışır.Akşam yaklaşır.Çocukları Zahide yaylada ninesinin yanındadır.Akşam olunca yaylaya mal-davar gelir.Onların toplanması gerekir.Tozi dayı Simizar halaya erken gitmesini,kızları Zahide’ye bakmasını,mal-davarı toplamasını söyler.Bunların bir deli (huysuz) atları vardır. Simizar ata biner,tek başına yola düşer.Ormanların içinden Eşrefin Boğazı’nı geçtikten sonra, Sarı Çayıra varır.Orada hava ansızın kararır,anlatıldığına göre şiddetli bir yağmur yağmaya ve şimşekler çakmaya başlar. At,çakan şimşekten parlar. Simizar geme hakim olamaz.At Simizar’ı kaçırır.Bir ayağı üzengiden çıkar,diğeri üzengide kalır.Eşek Meydanı düzlüğünde at iyice hızlanır,düşen ve bir ayağı üzengide kalan ve arkadan sürüklenen Simizar taşlara çarparak yoluna devam eder.Ta ki Yusuf’un Kurunu çayırının çeperine kadar.At çeperden atlarken Simizar odunlara (çepere) takılarak oracıkta kalır.At biraz ilerde durur.Yusuf’un Kurunu çayırından gelenler olayı uzaktan görür ve o tarafa doğru koşarlar. Kılıçboğazı Çayırı’ından gelenler de (bunların içinde Tozi Dayı da vardır) ilerde bir şeylerin olduğunu görüp, onlar da o tarafa doğru koşarlar.Bir de ne görsünler? Simizar odunların arasında can vermektedir.
Genç yaşta ve feci bir şekilde olan bu ölüm olayı, köy ve yöre halkını derinden yaralar. Aşık Mevlüt İhsani o tarihlerde köye gelir.Bu olay anlatılır. Mevlüt İhsani, Kürsüne Köyüne gitmekte olduğunu,orada bir ağıt yazıp Nazım Altaş’a göndereceğini söyler. Öyle de yapar.Aşağıdaki ağıdı yazar ve gönderir.Bu ağıdın derlenen kıtaları aşağıda nakledilmektedir.Tamamını bilen Nazım Altaş çok yaşlı ve unutkan olduğundan diğer kıtalarını hatırlayamamıştır.

SİMİZAR AĞIDI
Hey ağalar bakın bu dünyanın haline.
Kimseyi bırakmaz gide kendi yoluna.
Neler geldi İznos köylü geline
Ne karaymış kaderlerin Simizar.

Akşam oldu eve döndün biçinden.
Eve erken gelem dedin ikisinden üçünden.
Ben ayrıldım eş ahbabın içinden
Ne karaymış kaderlerin Simizar.


Ağ alnımda gülmeyecek yazım var.
Vücudumda sağ yerim yok çizim var.
Uyan bu gafletten körpe kuzun var.
Yetmeden döküldü bağrı Simizar.

Kınalayın tabutumun dalını.
Soldurmayın yeşilimi alımı.
Tozi nettin allı pullu gelini.
Derin derde düştü yerin Simizar
.

Şimşek çaktı hava birden bozuldu.
Gelin attan düştü diye sezildi.
Vücudumda sağ yer yoktur ezildi.
İnler  idi derin derin Simizar.


Yığılın ahbaplar gelin toyuma
Dutun kefenimi biçin boyuma.
Haber edin şimdi kendi köyüne.
Şimdi gelir atan anan biraderin Simizar.


48 senede toyum tutuldu.
Sefil annem cenazeme atıldı.
Gelin attan düştü diye sezildi.
Bir murat alamadım ona yanarım.
Âşık Mevlit İhsanı





EŞEK MEYDANI GEÇİDİ


Daha öncede bahsedildiği gibi doksan üç harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı –Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile savaş tazminatı olarak Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya bırakıldı.Kars ve Ardahan’a bağlı bölge kırk yıl süreyle Rus yönetiminde kaldı.Yöre Rus yönetiminde iken,Ruslar,bölge ile Rusya arasında ulaşımı sağlamak için yeni yollar yaptı. *İki önemli askeri yoldan biri Borjomi Darboğazı, Archarisdzgali ve Akhaltzikhe üzerinden, diğeri de Artvin-Ardanuch-Ardahan üzerinden Batum’u Kars’a bağladı. Ayrıca Akhaltzikhe’den Kura vadisine Ardahan’dan Merdenik’e kadar bir başka askeri yol inşa edilip Kars ve Oltu’ya çatal atıldı ve bu yollar sınır bölgelerinin batı ve merkezi kesimine bağlandı. Böylece Ruslar, Gürcistan Boğazı üzerinden Narman ve Oltu’ya kadar bir yol döşediler.Bu yollardan birisi ,belki de en önemlisi Ardahan’ı Oltu’ya bağlayan kara yoludur.Oltu’dan başlayıp,İsrailin Düzü, Penek sonrada Erdavut Dağı’na bitişik Penek Gediği takiben Eşek Meydanı Geçidini aştıktan sonra Merdinik (Göle) üzerinden Ardahan’a,oradan da Rusya içlerine kadar uzanır.Zuvart (Yoğurtçular) köyü ile Penek Gediği arası dik yamaçlıdır.Pelit (meşe) ve diğer çalılıklarla kaplıdır.Çalılıklar erozyonu ve yolun bozulmasını önlemiştir.Bu nedenle Ruslar tarafından yapılan ve halende ‘’Kral Yolları’’diye anılan virajlı yollar uzun yıllar kullanılmamasına rağmen kaybolmamış,varlığını korumuştur.Daha sonraki yıllarda yolun güzergahı değiştirilerek Penek Çayı’nın aktığı derin vadiden açılarak Karınca Düzlüğü’nden Göle’ye bağlanmıştır.
Eşek Meydanı , adından da anlaşılacağı gibi yaklaşık iki kilometre eninde ve boyunda bir düzlüktür.Kuzeyi boyunca yüksek dağ uzantısı ,güneyinde ise Gülveren yaylasının olduğu yükselti bulunur.Doğu tarafı geniş tabanlı vadi ve ilerisindeki düzlüklerle Göle ve Ardahan’a ,batısı derin vadi ile Gülveren’e uzanır.İki akarsuyun,yani Çoruh’la Kura Çayı’nın doğduğu yerdir.Düzlüğün doğusundaki çayırlık alandan doğan kaynaklar vadi boyunca beslenerek Kura Çayı’na,batısındaki kaynaklar birleşerek Gülveren Vadisi boyunca ilerler,Penek Çayı ile birleştikten sonra Çoruh’un bir kolu olan Oltu çayına karışır.

Simizar öyküsünün yaşandığı Eşek Meydanı hakkında kulakta kulağa gelen bir takım söylentiler vardır.1917 yılında Rusya’da Bolşevik ihtilalı olunca ,Ruslar bölgeyi Ermeni Çetelerine bırakıp terk ederler. Kazım Karabekir Paşa, komutasındaki Birinci Kafkas Türk Kolordusuna bağlı birliklerin katılımı ile Ermeni çeteleri temizlenerek,7 Nisan 1918 tarihinde Şenkaya kurtarılır.Anlatılan odur ki,Türk ordusu tarafından sıkıştırılan Ermeni çeteleri ve onların işbirlikçisi olan diğer Ermenilerden kurtulanlar ve kaçmaya fırsat bulanlar taşınabilir zenginliklerini (değerli eşya,altın,para vs.) yanlarına alarak doğuya,yani Rusya’ya doğru kaçmaya başlarlar.Kral yollarını kullanan Ermeniler zenginliklerini beraberlerinde götürmeye fırsat olmadığını görünce,Gülveren Vadisinde ilerde gelir alırız düşüncesi ile engebeli ve sık ormanlık alanda bir yere gömdükten sonra kaçmaya devam ederler.Saklananların akıbetinin ne olduğu halen bilinmemektedir.

EŞEK MEYDANI MEVKİİ TARİHTE ŞU OLAYLARA TANIK OLDU

Şenkaya İlçesi Gülveren (İznos) Köyü Yaylasında bulunan Eşek Meydanı Mevkii tarihte şimdiye kadar tespit edilen şu  olaylara tanık olmuştur:

1-1914 Yılı Aralık ayında başlayan Sarıkamış Harekat Planının bir parçası olan X. Kolorduya bağlı birliklerin amacı ;

Oltu,Penek,Akşar (Kosor) yolunu katip ederek  buralardaki Rus kuvvetlerini temizledikten sonra Ersinek (Ormanlı) Köyü civarından Allahuekber Dağını aşarak Sarıkamış’ta bulunan Rus Ordusunu arkadan vurmaktı. Ersinek üzerinden Allahuekber Dağını aşmak için  başlatılan Sarıkamış Harekatında  IX.Kolorduya bağlı 92.ve 93.Alaylar Ersinek üzerinden Allahuekber Dağını aşarken ,bu harekata destek olmak amacıyla Penek’te 31. Tümen’den ayrılan ‘’Kuzey Harekatı Destek Birliği’’, Rusları takip ederek Göle’ye gittikten sonra  Susuz’a doğru yürüyüp Rusların yolunu kesmekle görevlendirilmişti.Penek’te 31.Tümendan ayrılan ‘’Kuzey Harekatı Destek Birliği’’ Yoğurtçular Köyünü izleyerek, Barik (Özyurt) ,Yoğurtçular (Zuvart) Köyü ile Barik  Köyü arasındaki Kral yollarını takip ederek Erdavut Dağının batı yamacındaki Penek Gediğini aştıktan sonra  İznos (Gülveren) üzerinden Gencali,Boğaz Dere yolunu izleyerek  sabah doğru Eşek Meydanına varılır. Yöreyi iyi tanıyan kişiler (kılavuzlar) eşliğinde Eşek meydanına varan Konvoy fırtına ve tipiye fazla maruz kalmadan, Eşrefin Boğazı  denilen yere intikal ettirilip, orada hazırlanan tesislerde Ordugâh kurularak dinlenmeye geçilir. Bu düzlüğün az ilersinde Kuzey,Güney ve Batısı rüzgarlardan korunaklı bir vadidir.Ertesi gün sabahın erken saatlerinde etraf köylerden (Barik Soğmun, İznos, Şamkas, Armişen vs.) kazanlar dolusu sıcak (kavurma,haşıl) yemekleri , sırtlarında çuvallar dolusu ekmek ve de askerlerin soğuktan korunmaları için yün çorap, kazak, sergi, cecim getirmişlerdi.yollarını tırmalandıktan sonra Erdavut Dağının batı yamacındaki Penek Gediği geçidini aşıp, Gülveren Vadisini boyunca Eşek Meydanı Geçidinden sonra Eşrefin Boğazı Mevkisinde konaklarlar.Mevsim kış, aylardan Aralık,ortalık karla kaplı ve etrafta kar fırtınası ve sürgünü vardır.Eşref’in Boğazı,adından da anlaşılacağı gibi kuzeyinde dağlar,batısı ve güneyinde yükselti ve tepeler bulunduğundan rüzgarlara kapalı ve biraz kuytudur. Orada konaklayıp,geceyi geçirirler.Yöre halkından Eşref mihmandarlık yapmaktadır.Boğaz adını Eşref’ten alıdğı düşünülmektedir.Kılıç Boğazı üzerinden Kaymak Dağı ve Köşk Köyünü izleyerek Allahuekber Dağının Kuzey yamaçlarını bittiği Karınca Düzlüğü’ne varırlar.
 Moladan sonra yollarına devam eden Kuzey Harekatı Destek Birliği ertesi gün Köşk Köyünün kuzeyindeki Kaymak Dağı’nda mola verdi ve ardından Göle’nin hemen batısındaki Karınca Düzlüğü’ne kadar ilerledi.İstanbul’dan gönderilen Alman Stange Bey komutasındaki 8.Alay ve Yakup Cemil Komutasındaki gönüllü Grubu (Teşkilat-ı Mahsusa) grubu Artvin-Ardanuç üzerinden ilerleyerek Ruslardan Ardahan’ı aldı.Fakat elinde tutamadı.Kuzey Harekatı Destek Birliği Stange Bey komutasındaki 8.Alay ile bir temas kuramadı ve daha sonra Rus (Kalitin’in) kuvvetleri tarafından geriye doğru sürüldü ve aynı yoldan  Oltu’ya geri döndü.

2-Ermeniler 19 Haziran 1920 sabahı 1.Ermeni Alayı kuvvet çoğunluğu ile Tetirkoş istikametinde taarruz ederek Oltu Mili Kuvvetlerini geri attılar.Bu durum üzerine ihtiyatta bulunan  Tortum Taburu (4.Tabur) ile İznos (Gülveren) Yaylası ve Narman Taburu (3.Tabur) ile de Muşeh (Mışıh)  Yaylası tutulmuştu. Geri çekilen Oltu Taburlarında  toplanan kuvvetle Koçuk Kışlağı ve Penek Kaymakamı İzzet Bey’in 50 piyade ve 20 süvarisiyle Arsenek (Ersinek) Yaylası tutuldu.

3-9.Kafkas Tümeni Komutanlığınca hazırlanan Ermenilere taarruz planı gereğince;Şimdiye kadar Oltu Bölgesinde bir çok başarı elde eden ve Ermenilerce büyük güven beslenen 1.Mazmanof Alayı bir daha toparlanamayacak şekilde perişan edilmiş ,dağılan Ermeniler Merdinik (Göle) istikametinde kaçmışlardı. İşte bu kaçış sırasında taşınabilir mal varlıklarını yanlarına alarak kaçarken burada ormanın derinliklerinde bilinmeye bir yerde sakladıkları söylenegelmiştir.

4- İznos’u yani bugünkü adıyla Gülveren’i kuran kabilelerden biri olan Ağaoğulları Göle istikametinden gelip  bu meydanı aşarak Gülveren vadisini keşfetmiş ve oraya yerleşerek yurt edinmişlerdir.

KUZEY HAREKATI DESTEK BİRLİĞİ

1914 Yılı Aralık ayında başlayan Sarıkamış Harekat Planının bir parçası olan lX.Kolorduya bağlı birliklerin amacı ;
Oltu,Penek,Akşar (Kosor) yolunu katip ederek buralardaki Rus kuvvetlerini temizledikten sonra Ersinek (Ormanlı) Köyü civarından Allahuekber Dağını aşarak Sarıkamış’ta bulunan Rus Ordusunu arkadan vurmaktı. Ersinek üzerinden Allahuekber Dağını aşmak için başlatılan Sarıkamış Harekatında IX. Kolorduya bağlı 92.ve 93.Alaylar Ersinek üzerinden Allahuekber Dağını aşarken ,bu harekata destek olmak amacıyla Penek’te 31. Tümen’den ayrılan ‘’Kuzey Harekatı Destek Birliği’’, Rusları takip ederek Göle’ye gittikten sonra Susuz’a doğru yürüyüp Rusların yolunu kesmekle görevlendirilmişti.Penek’te 31.Tümendan ayrılan ‘’Kuzey Harekatı Destek Birliği’’ Yoğurtçular Köyünü izleyerek, Barik (Özyurt) ,Yoğurtçular (Zuvart) Köyü ile Barik Köyü arasındaki Kral yollarını takip ederek Erdavut Dağının batı yamacındaki Penek Gediğini aştıktan sonra İznos (Gülveren üzerinden) Gencali,Boğaz Dere yolunu izleyerek sabah doğru Eşek Meydanına varılır. Yöreyi iyi tanıyan kişiler (kılavuzlar) eşliğinde Eşek meydanına varan Konvoy fırtına ve tipiye fazla maruz kalmadan, Eşrefin Boğazı denilen yere intikal ettirilip, orada hazırlanan tesislerde Ordugâh kurularak dinlenmeye geçilir. Bu düzlüğün az ilersinde Kuzey,Güney be Batısı rüzgarlardan korunaklı bir vadidir.Ertesi gün sabahın erken saatlerinde etraf köylerden (Barik Soğmun, İznos, Şamkas, Armişen vs.) kazanlar dolusu sıcak (kavurma,haşıl) yemekleri , sırtlarında çuvallar dolusu ekmek ve de askerlerin soğuktan korunmaları için yün çorap, kazak, sergi, cecim getirmişlerdi.

Moladan sonra yollarına devam eden Kuzey Harekatı Destek Birliği ertesi gün Köşk Köyünün kuzeyindeki Kaymak Dağı’nda mola verdi ve ardından Göle’nin hemen batısındaki Karınca Düzlüğü’ne kadar ilerledi.İstanbul’dan gönderilen Alman Stange Bey komutasındaki 8.Alay ve Yakup Cemil Komutasındaki gönüllü grubu (Teşkilat-ı Mahsusa) Artvin -Ardanuç üzerinden ilerleyerek Ruslardan Ardahan’ı aldı.Fakat elinde tutamadı.Kuzey Harekatı Destek Birliği Stange Bey komutasındaki 8.Alay ile bir temas kuramadı ve daha sonra Rus (Kalitin’in) kuvvetleri tarafından geriye doğru sürüldü ve aynı yoldan Oltu’ya geri döndü.(Resim Melih Özdil’den alıntı)

KUZEY HAREKATI DESTEK BİRLİĞİ (İLAVE)

Hafız Hakkı Bey Ardahan bölgesine gönderdiği Kuzey Harekatı Destek Birliği’nden şu raporu aldı:
Ardahan yolunda ilerleyen kuvvetimiz Merdenik’te düşmanla muharebe ediyor. Müfreze komutanı şehit olmuştur. Düşman Kazak kuvvetleriyle Agundir Geçidi’nden arkamıza dolanmıştır. Sahra toplarımız yanımızda, fakat piyademiz azdır. Lütfen ve merhameten bize takviye kuvveti gönderiniz. Burada düşmanın kuvveti fazladır ve topçusu vardır.
Hafız Hakkı Bey bu raporun altına aşağıdaki notu düşerek ordu komutanlığına gönderdi:
Şimdi Başköy telgraf merkezi aracılığı ile aldığım telgrafı sunuyorum. Tabii buradan oraya takviye kuvveti gönderilemez. Ben bugün topladığım 800 eri cidden cansız bulduğumdan taarruz değil tahkimat yapıyorum. Arkadan asker gelir ve bu gün dinlendirdiğim birlikleri de biraz canlandırabilirsem yarın taarruz ederim. Kolordu, başı Sarıkamış’ta sonu Başköy’de olmak üzere dağınık bir haldedir. Muharebe meydanının sol kanadında, elimde bulunan kuvvet 1.800 tüfek, sekiz sahra ve 16 dağ topundan ibarettir. Herhalde düşman da iyi bir durumda olmadığından burada toplanabiliyoruz. Yarın için Allah kısmet ederse saldırıya geçmeyi planlıyorum. (Melih Özdil tarih sayfasından alıntı)
.

MEHMET VURAL’IN YAZISINDAN BİR BÖLÜM

Evbakan (Soğmun) Köyünden Mehmet VURAL’IN yazısından bir bölüm: …Soğmun’un yarım çanak şeklindeki, adı gibi küçük ve şirin yaylasında onlarca küçük göl ve göze bulunurdu. Ormanların dıştan öbek öbek kuşattığı bu cennet yaylanın güneydoğu tarafında bulunan Uzun Güney sırtlarına çıkarsanız eğer, sizi dünyanın en güzel manzaraları karşılar. Erdavud’a (Er Davut) doğru uzanan sarı çam ormanlarını görünce, ışık ve gölgenin yeryüzündeki en güzel dansıyla karşılaştığınızı anlar ve zümrüt’ün, koyu yeşilden turkuaz’a akan dalgalı tonları ile büyülenirsiniz. Şairin, “geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer” dediği gibi, bugün hala yatağıma her uzandığımda İznos Vadisi’nin Uzun Güney sırtlarından verdiği o müthiş peyzajı düşünür ve rahat bir uyku çekerim.Saygısızlık saymayınız lütfen.. Eski isimleri, lakapları, hitapları nedense oldum olası sevmişimdir. Evbakan yerine Soğmun, Gülveren yerine İznos derim mesela, bana daha sıcak, daha samimi ve bize aitmiş gibi gelir…
….Kosor’dan tek parça halinde çıkan kanyon birkaç büyük yarık halinde dağlara ulaşır. Bu yarıkların merkez ayağı Karınca’da son bulurken, daha kuzeyde olanının bittiği yerde Eznos Vadisi, vadinin başladığı yerde ise Eznos Köyü bulunur. Erdavud’un eteklerinde mücevher bir gerdanlık gibi duran Eznos, ahşap ve dik çatılı evleriyle, uzaklardan bana Kaf Dağı’nın ötesi gibi görünürdü.

Sinan, mekân algısını tümüyle değiştiren merkezi kubbeyi yaratmadan önce mutlaka, ama mutlaka Eznos Vadisi’ndeki ormanları görmüş olmalı diye düşünürüm. Antik Grek mimarları Boğazdere’yi bilmeselerdi, o zarif sütunları yapabilirler miydi dersiniz? Evet bilirim, ormanlar her yerde güzeldir, lakin uzaktan bakınca.. Yakınına gidip de içlerine girmeye kalkışırsanız, sizi karşılayan yamru-yumru ağaçlar ve çalı-çırpı buna müsaade etmez, ya da çoraklaşmış bir zeminde daralırsınız. Oysa bahse konu ormanlar öyle mi ya, bütün kapılarını teklifsizce açıp, bir aziz misafir gibi karşılar sizi. Zeminleri halı gibi yumuşacık ve yemyeşildir. Her yanınızı, upuzun boylarıyla sonsuza yürümüş hissi uyandıran budaksız ve reçine kokulu sarı çamlar kuşatır, lakın mekan sınırlanmaz, bilakis bir genişlik ve özgürlük duygusu kaplar içinizi.. Şapkanızı düşürmeden gökyüzüne bakmayı başarabilirseniz eğer, sizi bulutların selamladığını görürsünüz. Işık ve gölgenin kuşlarla oynaştığını hisseder, kuş cıvıltılarını cennet seslerine dönüştüren akustiği keşfedersiniz. Çalı türü ağaçlar, genelde vadi içlerinde ve guruplar halinde, ormanla uyumlu ve çevresiyle mütenasip bir düzen içinde bulunur. Gelin düğmesi, meşe gagası, çilek ve böğürtlen başta olmak üzere onlarca meyve, ormanın size ananızın ak sütü gibi helal olan ikramıdır; doğrusu şu ki, bütün hayatım boyunca o meyvelerden daha lezzetlisini yemedim….

Çocukluğumdan hatırlıyorum eskiden Nisan ayı sonlarına doğru şenlikleri yapılırdı.Sanıyorum Hıdrellez şenlikleriydi.Bu gelenek son yıllarda unutulmaya başlandı.

Gülveren’e İlkbahar geldiğinde Nisan ayı sanlarına doğru;Güney kesimlerdeki karlar erir,ortalık sarımsı bir yeşilliğe bürünürdü ,kuzey kesimlerde Erdavut Dağının kuzey yamaçlarında ise ormanın içi sulu bir karla havaların daha çok ısınmasını beklerdi.Ağaçlar sarımsı yapraklarını açmaya ,çiçeklerle bezenmeye başlardı.Bazı yerlerde kışın sürüklenen ve yığılan kar kürtüğünün incelen kısımlarında çimenler yeni yeni fışkırırdı.Eriyen kar suları ile beslenen derelerden berrak ve beyazımsı tonda sular şarıl şarıl akardı.Günler geçtikçe doğa, yumurtadan yeni çıkmış bir civcivin sarı renk tonundan, yeşile dönüşmeye başladı.Tarlalardan ‘gosgos’ yumruları toplanmaya başlanırdı.Tarlalar, ‘çift ‘le sürülürken çiftin demiri gosgosları ortaya çıkarırdı.Ayrıca gosgos yumrularını bulmak özel bir yetenek isterdi.Gosgos, dışı siyah,içi süt beyazı çok besleyici ve lezzetli bir sebzedir.Toprak içinde patates gibi büyüyen yumrular ince saçak köklerle bir birine bağlı olarak bulunur.Yöreye has olan bitki doğada kendiliğinden yetişir.Daha yemliklerin toplanmasına,yenmesine bir hayli zaman vardır.Kilise Deresi mevkii rüzgarlara kapalı ve güney kesimde olduğundan diğer yerlere göre daha erken ısınırdı.Kayaya çarpan güneş yansıyarak havayı daha çabuk ısıtırdı.Bu sebeple olmalı ki Hıdrellez Şenliği olarak nitelediğim şenlik burada yapılırdı.

Şenliğe daha çok genç kızlar ve çocuklar katılırdı. Bir gün önceden yiyecekler özenle hazırlanırdı. Özellikle kete,bişi,dayama ekmeği,pağaç,ağuz böreği (ağuz,hayvanların doğumdan hemen sonraki sütü) vs yapılırdı.Tabii ‘çeçil’ peynirsiz olmaz.Bu şenliğin en önemli yiyeceği her nedense sarı.kırmızı,siyah ve diğer renklere boyanan yumurtalardı.Yumurtasız şenlik düşünülemezdi.Halen kafama takılıyor,yumurtalar neden boyanırdı.Acaba yıllar önce burada yaşamış Ermenilerin yumurta yortusundan geçmiş bir gelenek olabilir miydi? Bir gün önceden hazırlanan dürülerle (çıkınlar) ertesi gün beklenirdi. Güneşli bir günde daha önce belirttiğim gibi özellikle gençler,çocuklar toplanır çayırlar ortasından yürüyerek,türküler söyleyerek Kilise Deresi Mevkiine gidilirdi.Çıkınlar,Mevkideki düzlükte kayanın dibine konur,şenlikler yapılırdı.Türküler söylenir,barlar çekilirdi.Bir taraftan da közler üzerine çay suyu konulur, diğer hazırlıklar yapılırdı.Bar oyunları ve diğer oyunlar oynandıktan sonra yiyecekler yenilir,çaylar içilir,sohbetler yapılırdı.

HER ŞEY TEMMUZ VE AĞUSTOS AYLARINA

Gülveren Yaylasından doğan Çay önce batı, sonra kıvrılarak güney ve doğuya yönelip bir yay çizdikten sonra tekrar güneye akarak, Penek Çayına karışır. Köy,Çay’ın (burada Çay vadide akan suyun yöresel adıdır) aktığı vadinin tabanında oluşan şerit biçiminde, zaman zaman genişleyip, zaman zaman daralan vadinin ortasında kurulmuştur. Vadinin doğu-batı kuzeyinde Dağ (buradaki yükseltinin adına “Dağ “ denir) ,güneyinde Erdavut Dağı bulunur. Erdavut dağının yamaçları ile Dağ’ın yüksek yamaçları sık sarıçam ormanları ile kaplıdır Dereler dik yamalardan vadiye iner.
Vadi şeridinde bulunan düzlükle dik güney yamaçlarda bulunan ziraata elverişli arazilerin ekim ve dikimi köy halkının geçimini sağlar. Bir benzetme yaparsak yama çiminde tarlalar ve çayırlar vardır. Yaklaşık 60 hanelik köyde hane başına ortalama 10–20 dönüm arazi düşer. Tarlalara buğday ve arpa ekilir. Tarlaya uygun olmayan yerler çayıra bırakılmıştır. Çayırlardaki otlar biçilerek samanlıklara doldurulur veya samanlıkların üzerine yığılarak kışın hayvanlara yedirilir. Köye yakın tarlaların bazıları bostan (bostan burada sebze ekilen yerleri genel adıdır) yapılır. Bostanlarda patates, fasulye, mısır ve turp yetiştirilir. Gülveren’in patatesi meşhurdur. Suni gübre kullanılmadan organik olarak yetiştirilen patatesin yenilmesine doyum olmaz
Her şey Temmuz ve Ağustos aylarına bağlıdır. Halkın başka geçim kaynağı olmadığından iki ayda kazandığı ile ailesini bir yıl geçindirmek zorundadır Bu iki ayda hasatlar yapılır. İnsanlar, programlanmış bir makine gibi çalışmak zorundadır. Yarım saatlik bir zaman diliminin bile önemi vardır. Temmuz ayında çayırların biçilmesine başlanır. Önce köydeki kıraç yerlerdeki otlar biçildikten sonra sıra yayladaki çayırların biçimine gelir. Yayladaki; Yaylanın önü, Sarı Çayır, Yusuf’un Kurunu ve Sosan (Susam) Çayırı köyün ortak malıdır. Çayırların biçilmesine başlamadan bir gün önce bekçi çayırların biçileceğini duyurur.Her hane halkından bir kişi gelmek zorundadır.Genelde gençler ve bazen de çocuklar gelir.Her hane halkından birer kişi çayırların bölünmesi için paylaştırılır.Diyelim ki on kişi Yaylanın Önü Çayır’ın bölünmesi için görevlendirildi.Tırpan ve iplerle çayır başına gelinir.İki kişi ipin ucundan tutar,ip gerginleştirilir,ipi tutanların arkasına birer tırpancı geçer,ipçiler çayırı enlemesine doğru yürürken tırpancılar arkasında otları tırpanlayarak sınırlar belirlenerek, hane sayısı kadar dilimlere ayrılır.Bu dilimlere “SEHİM” denir.Doğal olarak çayırın bazı yerleri sık,bazı yerleri seyrek otludur. Herkese eşit miktarda ot çıksın diye ipçiler “sehimin” genişliğini ipi kısaltıp uzatarak ayarlarlar. Sehimleme işi bittikten sonra kura çekimi yapılır,kime kaç sayılı sehimin düştüğü belirlenerek bir kağıda yazılır.Ben de öğrenciliğim döneminde ve yaz tatillerinde yaylada bulunurdum.Okumuş yazmış birisi olarak düşünülerek bir iltifat olsun diye beni ya ipçi yaparlar ya da kura çekimi ve yazma işlerini verirlerdi.Sırası gelmişken burada belirtmeden geçemem.Köy halkı okuma-yazmaya büyük önem verirdi.Okuyan kişilere de çok değer verirlerdi.Sehim işi bittikten sonra herkes kaç numaralı sehimi biçeceğini öğrenerek, hemen biçmeye başlar. Biçmeye bir an önce başlamalıdır.Çünkü herkes bir an önce “sehimlerini” biçip taşımak ister,biçilen ve toplanan çayıra köyün hayvan sürüleri girip, biçilmemiş olanlara zarar vermiş olabilir. Ya da “sehimi” ortada kaybolabilir. Önce Yaylanın Önü, arkasından Yusuf’un Kurunu,Sarıçayır ve sonunda Sosan (Susam) Çayırı biçilir.Çayırların biçilmesi ve toplanması her ne kadar yorucu ise de çok eğlencelidir.Bir panayır havasında geçer. Sehimlerin başında çaylar demlenir,evlerden getirilen katmer ve ketelerle karınlar doyurulur.Komşu sehimleri biçenler birbirlerine ikramlarda bulunurlar.Tatlı bir rekabet vardır.Geç kalmamak,diğerlerine mahcup olmamak için herkes var kuvvetiyle sehimlerini biçer. Sehimler biçilirken tatlı espriler,şakalaşmalar bazen de atışmalar yapılır.Bu güzelliği anlamak için yaşamak lazım….. Selahattin ALTAŞ

Çocukluğumdan hatırlıyorum eskiden Nisan ayı sonlarına doğru şenlikleri yapılırdı.Sanıyorum Hıdrellez şenlikleriydi.Bu gelenek son yıllarda unutulmaya başlandı.

Gülveren’e İlkbahar geldiğinde Nisan ayı sanlarına doğru;Güney kesimlerdeki karlar erir,ortalık sarımsı bir yeşilliğe bürünürdü ,kuzey kesimlerde Erdavut Dağının kuzey yamaçlarında ise ormanın içi sulu bir karla havaların daha çok ısınmasını beklerdi.Ağaçlar sarımsı yapraklarını açmaya ,çiçeklerle bezenmeye başlardı.Bazı yerlerde kışın sürüklenen ve yığılan kar kürtüğünün incelen kısımlarında çimenler yeni yeni fışkırırdı.Eriyen kar suları ile beslenen derelerden berrak ve beyazımsı tonda sular şarıl şarıl akardı.Günler geçtikçe doğa, yumurtadan yeni çıkmış bir civcivin sarı renk tonundan, yeşile dönüşmeye başladı.Tarlalardan ‘gosgos’ yumruları toplanmaya başlanırdı.Tarlalar, ‘çift ‘le sürülürken çiftin demiri gosgosları ortaya çıkarırdı.Ayrıca gosgos yumrularını bulmak özel bir yetenek isterdi.Gosgos, dışı siyah,içi süt beyazı çok besleyici ve lezzetli bir sebzedir.Toprak içinde patates gibi büyüyen yumrular ince saçak köklerle bir birine bağlı olarak bulunur.Yöreye has olan bitki doğada kendiliğinden yetişir.Daha yemliklerin toplanmasına,yenmesine bir hayli zaman vardır.Kilise Deresi mevkii rüzgarlara kapalı ve güney kesimde olduğundan diğer yerlere göre daha erken ısınırdı.Kayaya çarpan güneş yansıyarak havayı daha çabuk ısıtırdı.Bu sebeple olmalı ki Hıdrellez Şenliği olarak nitelediğim şenlik burada yapılırdı.

Şenliğe daha çok genç kızlar ve çocuklar katılırdı. Bir gün önceden yiyecekler özenle hazırlanırdı. Özellikle kete,bişi,dayama ekmeği,pağaç,ağuz böreği (ağuz,hayvanların doğumdan hemen sonraki sütü) vs yapılırdı.Tabii ‘çeçil’ peynirsiz olmaz.Bu şenliğin en önemli yiyeceği her nedense sarı.kırmızı,siyah ve diğer renklere boyanan yumurtalardı.Yumurtasız şenlik düşünülemezdi.Halen kafama takılıyor,yumurtalar neden boyanırdı.Acaba yıllar önce burada yaşamış Ermenilerin yumurta yortusundan geçmiş bir gelenek olabilir miydi? Bir gün önceden hazırlanan dürülerle (çıkınlar) ertesi gün beklenirdi. Güneşli bir günde daha önce belirttiğim gibi özellikle gençler,çocuklar toplanır çayırlar ortasından yürüyerek,türküler söyleyerek Kilise Deresi Mevkiine gidilirdi.Çıkınlar,Mevkideki düzlükte kayanın dibine konur,şenlikler yapılırdı.Türküler söylenir,barlar çekilirdi.Bir taraftan da közler üzerine çay suyu konulur, diğer hazırlıklar yapılırdı.Bar oyunları ve diğer oyunlar oynandıktan sonra yiyecekler yenilir,çaylar içilir,sohbetler yapılırdı.

Selahattin ALTAŞ

FACEBOOKTA YAPILAN YORUM

Yalçin Maral

Sayın selahattin altaş bey gülveren yaylasını ve doğayı o kadar güzel ve derinlemesine anlatmışsınki bende naçizane gezdiğim yeleri ve baktığım doğayı görmeye çalışıyorum doğayı incelemeyi çok seviyorum ve beni çok etkiledi ben şenkaya, akşar beşpınarlar köyündenim yanı hemşehrimsiniz anlattığınız bu yerleride tanır bilirim sizin o çok güzel anlatımınız beni köylerimize götürdü okundukça oralarda kendimi hissetmedim adeta yaşadım bu kadar mı güzel ve anlam yükleyerek anlatılır okudukça hem keyif aldım hemide üzüldüm. üzüntüm her özlem duyduğumuz zaman gidemiyoruz ondandır çünkü ben ankarada yaşıyorum uzak mesafeden her zaman gidilmiyor böyle güzel bir paylaşım yaptığın için tüm hemşehrilerim adına size teşekkür ediyorum emeğinize sağlık selamlar sevgiler .

Bir birimizi tanımazsak dahi o topaklı olmak yeterli benim için kalın sağlıcakla .

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir