Evren (Uzay) Hakkında Bilinenler

EVRENİNİN OLUŞUMU-BÜYÜK PATLAMA

Higgs Bozonu ( Tanrı Parçacığı ) Nedir?

Büyük patlama teorisinin ortaya atıldığı 20. yüzyılda bilim adamları bu konu üzerine pek çok araştırma yaptılar. Yapılan binlerce çalışma big bangin gerçekten de var olduğunu bizlere gösterdi. Fakat her ne kadar bilim Büyük Patlamanın varlığını kanıtlamış olsak da bazı sorular cevapsız kalıyordu…

Evren başlarda yoktu! Gerçekten de evren bundan 13.7 milyar yıl önce oluşmaya başlamıştı. En başta saf enerji vardı. Hem de neredeyse sonsuz miktarda!… Sonra sebebini bilemediğimiz bir olay yaşandı. Neredeyse sonsuz miktardaki saf enerji saniyenin milyarda biri kadar bir sürede bir toplu iğnenin başı kadar bir alana sıkıştı. Daha sonra da büyük bir patlamayla bu saf enerji tüm evrene yayıldı. Sonra da bildiğimiz anlamdaki evren oluştu…

Ancak evrenin büyük patlamayla oluşması imkansızdı. Daha doğrusu bildiğimiz anlamdaki maddenin oluşması imkansızdı. Çünkü; saf enerji asla maddeye dönüşemezdi. İki boyutlu kütlesi ve hacmi olmayan enerji bildiğimiz anlamdaki maddeyi oluşturamazdı.

1950 yılından sonra saf enerjinin nasıl maddeye dönüştüğüne dair pek çok fikir ortaya atıldı. Ancak biri hariç hepsi yapılan pek çok araştırmayla geçersiz kılındı.

Peter Higgs

1960’lı yıllarda Edinburg Üniversitesinde eğitim görevlisi olarak çalışan Peter Higgs, ilginç bir teoriyle ortaya çıktı. Peter Higgs’e göre; evrenin o ilk anında saf enerjinin evrene yayıldığı o ilk anda bilinmeyen bir parçacık saf enerjiyle etkileşime girerek ilk atom altı parçacıkların oluşmasını sağladı.Kütlesi ve hacmi olmayan bu parçacık saf enerjinin maddeye dönüşmesini sağladı. Yine Peter Higgs’e göre bu gizemli parçacık gizemli bir şekilde bir enerji alanı oluşturmuş, bu alanın içerisinde ise kuarklar, leptonlar gibi atom altı parçacıklar oluşmuş, daha sonra da elektronlar ve nihayet ilk atomlar oluşmuştur.

1966 yılında Peter Higgs’in ortaya attığı bu teori pek çok araştırmayla ve matematik formülleri ile kanıtlandı. Fakat 1966 yılından 2012 yılına kadar bu parçacığın varlığı gözle görülür kanıtlarla kanıtlanamadı…

İsviçre’nin Cern kentinde bulunan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı bile sırf bu parçacığı bulabilmek için kuruldu. Daha doğrusu Cern’e ayrılan ödeneğin çok büyük kısmı bu işe ayrıldı.

Atlas Dedektörü

Higgs Bozonu’nu bulabilmek için adına Atlas denilen bir dedektör yapıldı. Bu devasa dedektörün tek amacı vardı. O da Higgs Bozonu’nu bulmaktı…

Bu devasa dedektör 2012 yılında Higgs Bozonu ile ilgili ilk tutarlı bilgileri elde etmeye başladı ve nihayet 2013 yılında kesin olarak bu parçacığın varlığını kanıtladı.

Higgs Bozonu gerçekten vardı. Saniyenin milyarda biri kadar bir sürede var oluyordu ve sonra kayboluyordu. Atlas dedektörünün elde ettiği verilere göre gerçekten de bu parçacık maddenin bir arada kalmasını sağlıyordu. Yarattığı enerji alanında madde bir arada kalıyordu. Sonraları yarattığı bu enerji alanına Higgs Alanı dendi.

Higgs Alanı simülasyon

Higgs Alanı simülasyon

Özetleyecek olursak; Higgs Bozonu’nun tam olarak ne olduğunu açıklamak ileri fiziğin işidir. Ancak ileri fiziğe girmeden anlayacağımız dilde kısaca Higgs Bozonu şudur: Büyük Patlamadan sonra evrende oluşan ilk ve en yoğun parçacık; Higgs Bozonu’dur. Çok çok küçük bir parçacıktır ve çok çok kısa ömürlüdür. Bu parçacıklar bir araya geldiklerinde bir enerji alanı oluşmaktadır ve bu enerji alanında diğer atom altı parçacıklar oluşmaktadır. Saf enerji Higgs Alanı sayesinde kütlesi ve hacmi olan maddeye dönüşmektedir. Ayrıca maddenin bir arada kalmasını sağlamaktadır. Bir nevi tuğlaları bir arada tutan harç gibi… Ancak Higss Bozonlarının bir araya gelmesiyle oluşan enerji alanının nasıl maddeyi oluşturabildiği sırdır.

Higgs Bozonu için binlerce bilim adamı hayatları boyunca çalıştılar. Sırf onu keşfedebilmek için devletler milyarlarca dolar harcadılar. Peki ama neden? Sırf onu bulup kutlama yapmak için mi?!

Eğer Higgs Bozonu’nun çalışma mantığını anlarsınız ve onu tıpkı atomları manüpüle ettiğimiz gibi manüpüle edebilisek çok önemli bir şeye sahip oluruz! Saf sonsuz enerjiye! Saf ve sonsuz enerjiyle neler mi yapabiliriz? Her şeyi!.. Mesela; ışık hızına yakın gidebilen uzay gemileri yapabiliriz veya yerden alacağınız bir taş parçasıyla bir şehrin 200 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilirsiniz…

Teknoloji geliştirmenin en büyük sorunu enerji yetersizliğidir! En basitinden akıllı telefonlar bile enerji sorunu nedeniyle şu anda olması gereken kapasitelerinin en az 200 yıl gerisindedirler…Eğer higgs bozonunu  tam olarak anlayabilirsek,   elde edeceğimiz enerjiyle aklımızı sonsuzluk kadar zorlayabiliriz….

*Moymak.com sitesinden alınmıştır

Evrende Kaç Galaksi Var?

Evrende kaç adet galaksi var sorusunun yanıtı uzmandan uzmana değişse de kabul edilebilir yanıtlar 100 milyar ila 200 milyar arasıdır. Yukarıdaki resimde bile milyarlarca galaksi var ve Hubble XDF ile kaydedilmesi yaklaşık 10 yıl sürdü. Evrende kaç adet galaksi olduğunu sormak, soruyu yanıtlamaktan çok daha kolay. Çünkü:

  • Galaksilerin sayısı milyarlara ulaştığında hesaplama yapmak zorlaşıyor,
  • Güncel teknolojimiz ve cihazlarımız evrenin büyüklüğü karşında oldukça sınırlı.

25 Eylül 2012’de yayınlanan yukarıdaki resim hem uzak hem de yakın galaksileri kapsayan, evrenin en derin resmi. Ancak 2020 yılında Webb Uzay Teleskobu çalışmaya başladığında bilgimizi güncellemek zorunda kalabiliriz.

1990 yılında çalışmaya başlayan Hubble Uzay Teleskobu da sonraki yıllarda aldığı güncellemelerle görüntülediği galaksilerin sayısını arttırdı. Güncel verilere göre Hubble, evrende 100 milyar veya daha fazla galaksi olduğunu tahmin ediyor. Ancak bu sayı ilerleyen teknolojiyle 200 milyara kadar ulaşabilir.

Galaksiler Nasıl Sayılıyor?

Hangi cihaz kullanılırsa kullanılsın, galaksilerin sayısını tahmin etme yöntemi değişmiyor. Uzayın bir kısmının derin görüntüsü çekiliyor, sonra oran-orantı kullanılarak bu bölgedeki galaksilerin sayısından tüm evrendeki galaksilerin sayısına ulaşılıyor.

Galaksilerin sayısını hesaplama yöntemi, evrende büyük kozmojik çeşitliliklerin var olmadığı varsayımına dayanıyor. Yani evreni homojen kabul ediyoruz. Bunun sebebi de Albert Einstein‘ın Genel Görelilik Kuramı‘na kadar uzanıyor.

Genel Görelilik Kuramı‘na göre uzay ve zaman bir bütündür ve kütleçekim kuvveti uzayzamanın dokusunu bozar. Buradan yola çıkarak Einstein da dahil olmak üzere bir grup biliminsanı kütleçekim kuvvetinin evreni nasıl etkilediğini anlamaya çalıştı.

Çıkarılması gereken en basit varsayım; evrenin içeriğini zayıf da olsa yeteri kadar görüntüleyebilirseniz, evren kabaca her yerde ve her yönde aynı görünür. Yani, evrendeki maddenin çok büyük ölçekler üzerinden ortalaması alındığında, evrenin homojen ve yönbağımsız (ing. isotropic) olduğu görülür.

Büyük Patlama’nın kalıntılarını gösteren Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması‘na bakıldığında da yukarıda bahsedilen kozmolojik ilkenin çalıştığı görülebilir. NASA’nın Wilkinson Mikrodalga Anizotropi Probu gibi araçları kullanarak gökbilimciler, kozmik mikrodalga arkaplan ışımasının hemen hemen her yerde aynı gibi göründüğünü buldular.

Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması

Galaksilerin Sayısı Zamanla Değişir Mi?

Genişlemesi kullanılarak yapılan hesaplama, evrenin 13.82 milyar yaşında olduğunu gösteriyor. Evren yaşlandıkça büyüyecek ve galaksiler birbirinden daha da uzaklaşacak. Yani, galaksileri teleskoplarla görebilmek her zamankinden de zor olacak.

Evren ışıktan daha yüksek bir hızda genişliyor ve gittikçe de hızlanıyor. (Bu, Einstein‘ın ortaya çıkardığı, ‘Evrendeki hız sınırını ışık hızıdır.’ savına aykırı değildir. Çünkü bu kural evrenin içindeki nesneler için geçerlidir, evrenin kendisi için değil.)

Bu soruyu yanıtlamaya çalışırken, ortaya gözlemlenebilir evren kavramı çıkar. Çünkü 1 ya da 2 trilyon yıl içinde galaksiler artık görebileceğimizden daha uzakta olacaklar. Meselenin özünde yatan şey şu: Galaksileri görebilmemiz için ışıklarının bize ulaşabilecek kadar zamanlarının olması gerekir.

Buna ek olarak, galaksiler de zamanla değişir. Örneğin Samanyolu Galaksisi ve Andromeda Galaksisi bir çarpışma içerisindeler ve  bu galaksiler 4 milyar yıl için birleşmiş olacaklar. Ek olarak Yerel Grup’taki (yani bize yakın olan) galaksiler de zamanla birleşecekler. Uzak gelecekteki bu galaksinin sakinleri içinse evren çok karanlık olacak.

Gelecekte başladığını varsaydığımız herhangi bir uygarlığın, uzayın 100 milyardan fazla galaksiye ev sahipliği yaptığını kanıtlayabilmesi oldukça zor. Ne evrenin genişlemesini görebilirler, ne de Büyük Patlama’nın gerçekleştiğine dair bir kanıt sunabilirler.

Özet

  • Galaksikütleçekim kuvvetiyle bir araya gelmiş gaz bulutu ve milyonlarca veya milyarlarca yıldızdan oluşan bir sistemdir.
  • Evrende 100 milyardan fazla galaksi vardır. Biliminsanlarının bazı tahminleri 200 milyara kadar ulaşmıştır.
  • Galaksilerin sayısı, evrenin bir bölgesinin de hesaplanan galaksilerden tüm evrene genellenir.
  • Gelecekteki bir uygarlığın, bazı galaksilerin birleşmesi ve diğerlerinin de ışıklarının ulaşamayacağı kadar uzağa gitmiş olmaları sebebiyle evrendeki galaksi sayısını hesaplaması oldukça zor olacaktır.

*Evrenbilim.com sitesinden alıntıdır.

Liste

Bilinen evren, hepimizin de bildiği gibi bundan 13,7 milyar yıl önce oluşmaya başladı ve o günden bugüne sürekli olarak genişlemeye de devam etmektedir!…

Bazı matematik formüllerine göre; evren, yaklaşık olarak 92,1 milyar ışık yılı genişliğindedir…

Bu iki bilgiden yola çıkarak… Evrenin bir başlangıcı olduğunu biliyoruz! Bir genişliğinin olduğunu da biliyoruz!… O halde bu evrenin bir dışı olması lazım! Öyle değil mi? Peki evrenin bir dışı varsa, dışına çıkıp geriye bakıp, evreni izleyebilir miyiz? O sınırı aşabilir miyiz? Daha da önemlisi; evrenin dışında ne var?

Evrenin dışında ne var?

Bilime göre; evrenin dışında hiçbir şey yoktur!… Yalnız buradaki “hiçlik” kavramını biraz açmak gerekir… Hiçlik; hiçbir şeyin olmadığı bir yerdir! Evrenin dışını tanımlarken; “Odada hiçbir şey yok!” gibi bir tanım yapamayız!… Çünkü; evrenin dışında “O odada yok!” demek biraz kafa karıştırıcı olabilir… Yani insan aklı hiçliği kabul etmez!… Felsefi açıdan da durum aynıdır… “Evrenin dışında ne var?” diye bir soru sorulamaz! Çünkü; evrenin dışı diye bir yer yoktur!… Evrenin dışında zaman yoktur!..Mekan ve madde de yoktur! Dolayısıyla da hiçbir şeyin olmadığı yere hiçbir şekilde gidemeyiz!… Çünkü; bizler zamana ve maddeye bağlı yaratıklarız! Eğer bizler evrenin dışına çıkabilecek olsaydık o halde orası evrenin dışı olmazdı! Çünkü; biz evrenin dışına çıkabiliyor olsaydık orası evrenin dışı olmazdı… Yani bizler oraya madde ve zaman taşıdığımız için gittiğimiz yeri evrene dahil ederdik!…Kafanız mı karıştı!… Hadi o halde bu konuyu biraz daha açalım…
Evrenin genişliği 91,2 milyar ışık yılıdır. Peki diyelim ki; 91,2 milyar ışık yılı uzağa, evrenin sonuna gitmeyi başarırsak ne görürüz? Büyük bir duvar mı? Ya da koskocaman bir boşluk mu? Fizik yasalarına ve matematiğe göre; evrenin sonuna gitmek mümkün değildir! Bunu; “Işık hızı geçilemez!…” Söyleminin dışında ışıktan binlerce kat daha hızlı gitsek bile yapamayız? Peki neden?…

Bunun nedeni evrenin şeklidir… Bu şekilden yola çıkarak evrenin dışına çıkılamayacağını söyleyen iki teori vardır. Temelde bu iki teori birbirinin aynıdır. Yalnızca bir farkla…

Teori 1

Bu teoriye göre; eğer Işık’tan milyarlarca kat daha hızlı gitsek bile evrenin şekli onun dışına çıkmamıza izin vermez!… Peki evrenin şekli nedir? Bu soruya cevap vermek neredeyse imkânsızdır! Daha doğrusu ileri fiziğe girmeden burada evrenin şeklini açıklamak çok zordur! Bugün NASA’nın veya bazı bilim kuruluşlarının evrenin şeklini tarif eden bazı çizimleri vardır. Ancak, bu görseller sadece insanların evrenin şeklini anlayabilmeleri için bazı matematiksel verilerden yararlanılarak oluşturulan görsellerdir…

İçinde bulunduğumuz evren, insan gözünün algılayabileceği şekle sokulursa; “Evet tam bir küre gibidir!” diyebiliriz… Daha doğrusu “Sabun köpüğü gibi veya balon gibidir…” de diyebiliriz!… Evet “balon” tabiri galiba en doğru tabir oldu…

Evrenimizi bir balona benzetebiliriz! Bir balonun üzerine iki nokta çizip, sonra balonu şişirmeye başlarsanız,bu iki noktanın birbirinden uzaklaştığını görürsünüz… Aynı mantık uzay için de geçerlidir. Uzay tıpkı balon gibi genişler!… Eğer evreni bir balon gibi düşünür, üzerine çizilen noktaları da galaksiler gibi düşünürseniz evrenin genişleme mantığını anlarsınız…

Evren de tıpkı balonun yüzeyi gibidir. Eğer evrende sabit bir yöne doğru ilerlerseniz başladığınız yere geri dönersiniz… Dünyada da aynı mekanizma işler! Burada da aklınıza şöyle bir soru gelmiş olabilir:  “Bizler neden o kürenin dışına atlıyamıyoruz ya da kürenin üstüne bir delik açıp evrenin dışına neden çıkamıyoruz?

Evren modeli!

Kafanız karışacak ama ortada öyle sıçrayıp üzerine çıkabileceğiniz veya bir delik açıp merkezine gidebileceğiniz bir kürede yok!… ” E hani evren küreye benzerdi?” der gibisiniz…Daha önce de dediğimiz gibi,  bu tarz tanımlamalar kainatın insanların gözünde canlana bilsin diyedir… Yoksa ortada bir küre felan da yoktur!… Evet doğrudur!… Evrende sabit bir yönde ilerlerseniz başladığınız moktaya geri dönersiniz! Ancak bu evren küre şeklinde olduğu için değildir! Bunun nedeni “hiçliğe” gidelemediği içindir! Siz uzayın sonuna gittiğinizi zannedersiniz ancak gittiğiniz yer başladığınız yerdir!

Sonuç olarak; bu bu teoriye göre “Evren küre gibi değildir!”, “Çarşaf gibi de değildir!”  Evrenin dışı diye bir yer yoktur!… Dolayısıyla olmayan bir yere de gidilemez!…

Teori 2

Özellikle sicim teorisi ve kuantum evrenine girdiğimiz yıllarda ortaya atılmış, “Evrenin dışı vardır!” fikrini savunan bir teoridir… Bu teoriye göre; birinci teorideki her şey doğrudur! Evrenin dışına çıkmak mümkün değildir! Ancak evrenin bir dışı vardır! Evrenin bittiği yerde başka bir evren başlar! O evrenin bitiminde de başka bir evren başlar!… Bu böyle sonsuza kadar devam eder. Yani evrenimizi bir balon gibi düşünürsek! Bizim evrenimizi temsil eden balonlar gibi, sonsuz tane balon olduğunu hayal edebilirsiniz!… Bu balonlardan balonlara geçmek mümkün değildir! İçinde bulunduğumuz evreni terk etmek mümkün değildir!…

Çoklu Evren Kuramına göre; bizim evrenimiz dışında bizim evrenimize benzer sonsuza kadar giden evrenler silsilesi bulunur. Bu evrenler silsilesinde her şey kendini tekrar eder! Mesela; ben bu evrende bu yazıyı kaleme alırken, başka bir evrende ben bir taksi şoförü olabilirim!  Başka bir evrende de ben hiçbir zaman doğmamış da olabilirim!  Sicim teorisinden sonra ortaya atılan “Çoklu Evrenler Kuramı”bunu savunur… Ancak yine de Çoklu Evrenler kuramı da evrenler arası geçişin veya kendi evrenimizin dışına çıkmanın imkansızlığını savunur!…

MoyMakla Bilgi,Bilim,Teknoloji ve Genel Kültür sitesinden alıntıdır

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir